tag:blogger.com,1999:blog-73493817873126157082024-03-13T08:31:27.657-07:00Follow the Women Turkeyselma şevklihttp://www.blogger.com/profile/11203672244632420123noreply@blogger.comBlogger11125tag:blogger.com,1999:blog-7349381787312615708.post-1609721733570294082009-02-11T06:23:00.000-08:002009-02-11T06:24:18.337-08:00Photographs from ‘Follow the Women’ bring message of hope<div class="note_header"><div class="note_title_share clearfix"><div class="note_title"><span><br /></span></div></div></div> <div>A collection of photographs focusing on daily life in the Middle East by Turkish photographers Ayşin Özer Başkır, Şirin Çizmeci, Serap Ertüzün, Selma Şevkli and Ela Esra Günad is now on display at İstanbul’s Cemal Reşit Rey Concert Hall.<br /><br />The five photographers are members of Follow the Women (FTW), an international organization that has been conducting cultural and social youth exchange projects for more than 30 years. FTW was founded under the leadership of Detta Regan, who traveled to the Middle East as a teacher and drew attention to the situation of women and children in the region using her bicycle as a tool. The organization brings together women from all around the world and since 2004 around 500 women have cycled across the Middle East every year, hoping to contribute to peace efforts in the region, FTW Turkey coordinator Günad says in an interview with Today’s Zaman.<br /><br />Starting from Lebanon, women from 30 different countries traverse the 300 kilometer road stretching across Syria and Jordan and into Palestine, Günad explains. “Our objective is to create public interest in the region for sustained peace. We observe that the group that is most affected by the conflicts in the region are women and children. We primarily want to emphasize this. In order to share the experiences of the people in these countries and support them, we organize this cycling event every year,” she adds. The women go to villages, refugee camps and bombed and decimated residential areas to see how daily life continues in these places.<br /><br />Featuring 45 images from last year’s journey, the collection that is currently on display emphasizes the fact that life goes on in the Middle East in spite of the harsh conditions people must deal with in order to survive. “Their daily lives still continue in the places that include traces from the occupations, under the control of the armies and among the ruins. In every frame, you see a story showing you how to go on with life. Unfortunately, peace cannot be achieved [merely by] signing cease-fire arrangements,” she says, underlining that in addition to peace there must also be efforts to create better conditions in the region. “You will see people in this exhibition who do not lose their hope for peace.”<br /><br />“Recently we learned from the press that the check points [in the Occupied Palestinian Territories] are being shut down, which means access to basic human needs, such as water, food and medicine, is blocked. Sometimes they wait four or more hours at the control doors to pass in order to go to school or to their jobs. If they are lucky that day, they can pass through, but they never know what will happen the next day. Sometimes after waiting many hours they go back to their homes,” Günad explains, pointing out that they wanted to share their experiences in the region with Turkish citizens this year.<br /><br /><span> FTW increases its membership numbers every year with new contributors from all around the world. It is not necessary to be a professional cyclist, Günad says, citing the example of a Turkish woman who joined them from Diyarbakır after learning how to ride a bicycle from an 11-year-old child. Whoever wants to contribute to efforts for peace in the Middle East can contact FTW at ftw-turkey@yahoogroups.com</span><wbr><span class="word_break"></span>.<br /><br />The exhibition in the Cemal Reşit Rey Concert Hall foyer will run through Feb. 25.<br /><br />11 February 2009, Wednesday<br />RUMEYSA KIGER İSTANBUL<br /></div><div class="photo photo_none"><div class="photo_img"><a href="http://www.facebook.com/photo.php?pid=2074516&op=1&view=all&subj=67635585848&aid=-1&oid=67635585848&id=757475549"><img style="width: 460px;" src="http://photos-e.ll.facebook.com/photos-ll-snc1/v2265/186/64/757475549/n757475549_2074516_3334.jpg" alt="" class="" onload="var img = this; onloadRegister(function() { adjustImage(img); });" /></a></div></div>selma şevklihttp://www.blogger.com/profile/11203672244632420123noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7349381787312615708.post-5174868583579991802009-01-27T08:05:00.000-08:002009-01-27T08:23:05.523-08:00BARIŞ YOLUNDA KADINLAR FOTOĞRAF SERGİSİ<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5296008753022929954" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 266px; CURSOR: hand; HEIGHT: 400px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SX8z5sNKjCI/AAAAAAAAHc4/5g8AsM7ugU0/s400/n757475549_802474_21.jpg" border="0" /><a href="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SX8z5ReY64I/AAAAAAAAHcw/_J562qMRX9M/s1600-h/n757475549_802471_9105.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5296008745847417730" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 266px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SX8z5ReY64I/AAAAAAAAHcw/_J562qMRX9M/s400/n757475549_802471_9105.jpg" border="0" /></a><br /><br /><br /><br />FOLLOW THE WOMEN FOR PEACE - BARIŞ İÇİN KADINLARI İZLEYİN<br /><br />Ortadoğu'da yıllardır etkisini arttırarak devam eden istikrarsızlık, özellikle kadınlar ve çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yaratmaya devam ediyor. Çatışma bölgesi olarak algılanan Ortadoğu'da yaşayan kadınların, günlük hayatlarını serbestçe tartışabilmeleri için bir platform oluşturmak ve barış sürecinde kadınların aktif şekilde rol almasını teşvik etmek için Follow The Women for Peace(Barış İçin Kadınları İzle) organizasyonu ile her yıl 30 ülkeden yaklaşık 400 kadın barış için 296 km pedal çeviriyor. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5296008741625595154" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 266px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SX8z5Bv1BRI/AAAAAAAAHcg/GSGUVAGaEmI/s400/n757475549_802461_5862.jpg" border="0" /><br />2004'ten beri güçlenerek devam eden projeye her yıl Türkiye’den kadınlar da destek veriyor. Bu yıl 2-15 Mayıs 2008 tarihleri arasında gerçekleşen yolculuğa Türkiye'den farklı yaş ve meslek grublarına mensup 21 kadın katıldı. Yolculuk, Ortadoğu'da süren sıcak çatışmalarda ve bölgesel savaşlarda zarar gören kadın ve çocukların yaşadıkları acı ve sıkıntılarla ilgili dünyada "farkındalık" yaratmayı amaçladı. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5296008738682288466" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 266px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SX8z42yFuVI/AAAAAAAAHcY/IzZXuw6HtFE/s400/n757475549_802250_4721.jpg" border="0" /><br />Lübnan’dan Filistin’e kadar barış için pedal çeviren kadınlar, 2009’un ilk günlerinde İsrail tarafından işgal altındaki Filistin topraklarına yapılan saldırılar çabanın ne kadar gerekli ve hayati olduğunu ortaya koyuyor. Follow the Women for Peace, ateşkes yolunda atılan adımların kalıcı olması ve bölgeye barışı getirmesi için çağrıda bulunmaya devam ediyor.<br />Follow the Women for Peace, 2008’de gerçekleşen yolculuğun fotoğraflarını ve kadınların izlenimlerini paylaşmak üzere, herkesi 5-25 Şubat 2009 tarihleri arasında Cemal Reşit Rey Sergi Salonu’nda gerçekleşecek olan “Barış Yolunda Kadınlar” fotoğraf sergisine davet ediyor. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5296008742537384274" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 265px; CURSOR: hand; HEIGHT: 400px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SX8z5FJN0VI/AAAAAAAAHco/EmS7wJqiXg8/s400/n757475549_802465_7060.jpg" border="0" /><br /><br />Proje ile ilgili genel bilgi için www.followthewomen.com adresini ziyaret edebilirsiniz.<br /><br />Ayrıntılı Bilgi İçin: Ela Esra Günad elaesra@gmail.comselma şevklihttp://www.blogger.com/profile/11203672244632420123noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7349381787312615708.post-59899222431268341522008-08-11T13:51:00.001-07:002008-08-15T02:39:04.686-07:00Bisikletle Ortadoğu-4: Filistin<h3 class="post-title entry-title"> <strong>11 Mayıs 2008, Eriha</strong><br /></h3>Umutlarımızın tükenmeye çok yaklaştığı anda Filistin’e girebilmeyi başarmıştık. Bizi bekleyenlere teşekkür ettik, İtalyanlar “Otobüste sizsiz ne yapardık”’ diyerek bizim bu ekibin bir parçası olduğumuzu hissettirdiler. Gerçekten o andan itibaren takım ruhunu daha fazla hissetmeye başladım.<br /><br />Gittiğimiz ilk şehir, Eriha, Filistin’in geneline pek benzemeyen daha sıcak, tropik, palmiyeli, turistik bir şehirdi. Onu turistik yapan en önemli yapısı Mount of Temptation yani Ayartma Dağı’ydı. Hz. İsa peygamber olmadan önce bu dağa çıkıp 40 gün 40 gece oruç tutmuş ve şeytanla imtihan edilmişti. Şimdi onun kaldığı mağara ve etrafı Rum Ortodoks Kilisesi’ne bağlı önemli bir manastırdı. Daha önceki gelişimde bize içini gezdirip karpuz ikram eden Papaz Gerosemos’u ziyaret edip Cerenlerle tanıştırmak istedim. Avustralyalı belgeselciler Emma ve Amy’yi de alarak teleferikle yukarı çıktık. Emma ve Ceren teleferikte korkudan ecel terleri döktüler çıkana kadar.<br /><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232942502965397026" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8leytLxiI/AAAAAAAAA7c/dQYjolw5hQo/s400/1.jpg" border="0" />Günlerden Pazar olduğu için manastırın kapalı olduğunu içeri giremeyeceğimizi söylendi. Geçen sefer de böyle olmuştu ama kapıyı yeterince ısrarlı çalınca açmışlardı sonunda. Amy, özellikle babasına anlatmak için görmek istiyordu manastırı.<br /><br />Kocaman demir kapının önce zilini çaldık birkaç kere, açılmayınca tokmağı vurmaya başladık. Aralıklarla yarım saat boyunca ‘Peder Gerosemos’ diye bağırdık, ama cevap gelmedi. Günbatımını orada izlemekle yetindik. Lut Gölü’nü uzaktan izlerken İsa’nın 1980 sene önce bu dağda bizimle aynı yerde durduğunu düşünmek çok garipti. Kimse konuşmadı, herkes kendi sessizliğinde, kendi içinde yaşadı o anları.<br /><br />6 ay kadar önce kuzenim de Eriha’ya gelmişti. Şehir içinde gezerken bir imamla tanışmış ve evinde misafir olmuştu. Ortak bir dil konuşamamalarına rağmen kuzenim adamı çok sevmiş ve olur da görebilirsem diye benimle bir hediye yollamıştı. Telefonu ya da adresi yoktu, sadece adını ve imam olduğunu biliyordum. Otele gelince resepsiyondakilere durumu anlattım, tanıyorlarmış, biz buluruz onu, götürürüz sizi dediler.<br /><br />Bu arada konferans salonunda Filistin’in önemli STK’larından SİRAJ’ın bir sunumu vardı, vali de gelmiş hoş geldiniz konuşması yapıyordu. Şehrin şu anki durumuyla ilgili bilgiler aldık. Durum iç açıcı değildi. Turizm dışında iş alanı yok gibiydi, mülteci sayısı çok fazlaydı, İsrail baskısı çok yoğundu. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232942511380696338" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8lfSDjDRI/AAAAAAAAA70/q0gPqXbPkcQ/s400/4.jpg" border="0" /><br />Benim en çok merak ettiğim, biz sıradan insanların bu durumun değişmesine nasıl katkıda bulunabileceğiydi. Nasıl gönüllü çalışma programları vardı, kimler gelebilirdi, ne gibi şartlar aranıyordu, ne kadar masrafı vardı? Kısacası buraya gelmeye karar vermek ve İngilizce bilmek işin en önemli kısmıydı. Uçak biletini alıp buraya bir kere geldikten sonra yapılacak çok iş vardı ve çoğu program kalacak yer ve yemek sağlıyordu. Bu şekilde gönüllü çalışanlardan biri de Stephen’dı, Los Angeles’tan Filistin’e geleli henüz birkaç hafta olmuştu.<br /><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232942506550419170" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8lfAD63uI/AAAAAAAAA7k/g09U9g4ho6M/s400/2.jpg" border="0" />Gönüllülerin koordinasyonu, seminerlerin, fuarların organizasyonu gibi işlerde çalışıyordu ve birkaç hafta içinde birkaç yıl anlatmaya yetecek kadar anı biriktirmişti. Yemek sırasında uzun uzun konuştuk, başına gelen ilginç olaylardan, ‘Batı’nın Filistin’e bakışına, Filistinli fırsatçılara, İsrailli ikiyüzlülere, enine boyuna konuştuk. Bazen bir sonuca varmak ya da durumu değiştirmek imkansız görünebilirdi ama insan bu tür konuşmalar sayesinde sonraki yolunu çizmede çok iyi dersler çıkarabiliyordu.<br /><br />Saat geceyarısına yaklaşırken bir görevli yanıma gelip yukarıda bir ziyaretçim olduğunu söyledi. Bir an İsrailliler’in dönüp “bir yanlışlık olmuş, Ürdün’e yallah” diyeceklerini düşünmedim değil. Beni kim ziyarete gelebilirdi ki burada?<br /><br />Lobiye çıktım ve resepsiyondakiler pembe gömleğiyle tebessüm ederek koltukta bekleyen imamı gösterdiler bana. Yanına gidip hoş geldiniz dediğimde şaşkındım. Muhtemelen konuştuğum kişiler ona haber vermişler, Türkiye’den arkadaşının kuzeni geldi diye, o da atlamış gelmiş. Hem de elinde yeğenim Mary ve benim için birer hediyeyle! Adamcağız hiç İngilizce bilmiyordu, nedense akıl edip bir tercüman da bulamadım o an. Doğru dürüst konuşamadık. Sadece hediyeleri verdik birbirimize ama ikimiz de çok mutluyduk. Ben onun saflığına, iyiliğine, üşenmeyip hediye alıp buraya gelmesine inanamıyordum, o da Türkiye’den arkadaşının ona hediye göndermesine. 10 dakika süren görüşme sonunda “yine gelecek misiniz beni ziyarete?” dedi, “sen de gel, kuzenin de gelsin”. O kadar samimi söylüyordu ki bunu sanki eskiden çok iyi arkadaştık ve uzun zaman görüşemedik de yeniden bir araya gelmişiz gibi seviniyordu. Daha önce de benzer durumlar olmuştu. Seni seven, aileni merak ediyor, otomatikman onları da seviyorlardı.<br /><br />Bu arada artık sızlayan ayaklara, uykusuzluktan çökmüş gözlere ve yorgunluğa aldırış etmiyorduk. Sadece uykuya dalmadan önce ölecekmiş gibi bitmiş hissediyordum kendimi. Allahtan yorgunluk yüzünden bu hissediş, yastığa kafayı koyuşla uykuya dalış arasındaki süre en fazla 5 dakika sürüyordu.<br /><br /><strong>12 Mayıs 2008, Ramallah</strong><br /><br />Sabah erkenden kalkıp Eriha’dan Ramallah’a doğru yola çıktık. Programımızda Kudüs yoktu ama buraya kadar gelmişken ve bir daha gelip gelemeyecekleri meçhulken Ceren ve Pınar mutlaka Kudüs’ü görmeliydi. Ramallah’a yaklaşırken Kudüs’ün etrafını çevreleyen Utanç Duvarı’nı gördük. Üzerindeki protesto yazıları günden güne artıyordu. En ilginci CTRL+ALT+DEL işaretiydi benim için. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232942516437546738" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8lfk5MdvI/AAAAAAAAA78/P4o2Bsemx_w/s400/5.jpg" border="0" /><br /><br />Eriha- Ramallah- Kudüs çemberinde tabelalar bir İsrail bir Filistin oluyordu, sadece 2 kilometrede bir sınır değişiyordu resmen. Herkes hayretler içinde durumu anlamaya çalışıyor, ben daha önce geldiğim için benden medet umuyordu. Duvardan Ramallah’a döndükten hemen sonra 5 kişi gruptan ayrıldık. Bir taksi dolmuşa binip Duvar’a gittik. Ramallah, Batı Şeria’nın bir parçasıydı ve Kudüs’ten yalnızca 16 kilometre uzaktaydı. Ancak Ramallahlılar ve Kudüslüler tamamen ayrı iki kimliğe sahiplerdi. Kudüslüler Ramallah’a geçebiliyor fakat Ramallahlılar kesinlikle Kudüs’e gidemiyorlardı.<br /><br />Duvara vardığımızda uzunca bir kuyrukla karşılaştık. Yüzlerce insan yanı başlarındaki kendi şehirlerine girebilmek için saatlerce kuyruk bekliyorlardı. Önümüzde demir bir kapı, belirsiz zaman aralıklarıyla açılıyor, birkaç kişinin geçmesine izin veriyor, sonra hiçbir işaret vermeden birden kilitleniyordu. Orada beklediğimiz bir saatte, insanların bunu her gün, çalışanların sabah akşam yaşadığını düşününce yine isyan bayrakları yükseldi içimizde.<br /><br />Sonunda sıra bize geldi, bir kulübe içinde oturan tam zırhlı askerlere pasaportlarımızı gösterip geçtik. Yabancı olduğumuz için sorgulanmadık, bazı Filistinliler bir de uzun uzun sorgulanıyorlardı burada. Duvarı geçince tekrar bir minibüse binip eski şehre gittik. Şam kapısına doğru yürürken sanki dünyanın merkezine yürüyormuş gibi hissettim. Bu şehrin başka hiçbir yerde olmayan o atmosferi sanki ilk defa görüyormuş gibi heyecanlandırdı beni.<br /><br />Vaktimiz çok kısıtlıydı, önce Mescid-i Aksa’ya gittik. Üzerimizi değiştirmeye vakit bulamadığımız için, bisiklet kıyafetlerimizle kapıya vardık. Kapıda işler değişmemişti; yine önce bir Dürzi görevli din/iman kontrolü yapıyordu, ben Ayet-el Kürsi’yi okuyunca diğerlerine bir şey sormadan hepimizin ikinci kontrol noktasına geçişine izin verdi. Böylece aslında Müslüman olmadığı için içeri giriş izni olmayan Amy de arada kaynamış oldu.<br />İkinci kontroldeki Müslüman görevli yarım yamalak örtülmüş saçlarımızı ve yarısı açıkta kalan kollarımızı görünce mırın kırın etti, “sadece bahçeyi gezin, caminin içine böyle girmeyin” dedi. Diğer camilerde olduğu gibi burada ödünç verilen yedek kıyafetler yoktu.<br /><br />İçeri girip biraz ilerledikten sonra başka bir görevli gelip “buraya böyle giremezsiniz, hemen dışarı çıkın” diye bağırarak yanımıza geldi. Elindeki telsizle giriştekilere bizi içeri aldıkları için fırça atarken bir yandan da bizi kovuyordu. Ben de buraya gelmek için çok uğraştığımızı zaten hemen gideceğimizi, başlarımızın örtülü olduğunu açıklamaya çalıştım ama onun kafasındaki Müslüman kadın formatına uymadığımız için kabalıkta sınır tanımıyordu, dinlemedi bile!<br /><br />Kapıdaki görevliye o zaman bize kıyafet vermesini söyledim, satıcı bir arkadaşını çağırıp, acaip çarşaf türevi kıyafetlere 20’şer dolar para istedi, iyice sinirlenip ben de onlara sövmeye başladım. Bu sırada caminin hemen yanında oturan bir kadın imdadımıza yetişti. Bizi evine çıkardı, hepimizi bir güzel giydirdi, örttü ve gönderdi. İçeri tekrar girdiğimizde tansiyon düşmüştü. Kubbet’ül Sahra’nın muhteşem görüntüsüne bakakaldık uzun süre.<br /><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232943169631635442" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8mFmOzR_I/AAAAAAAAA8E/KawfPLi349M/s400/6.jpg" border="0" /> Sonra Mescid-i Aksa’nın içine girdik. Herkes bir tarafa dağıldı, etrafa baktı, dua etti. Burası öyle huzurlu bir mekandı ki insan bütün planlarını boşverip saatlerce oturabilirdi.<br /><br />Çıkışta kıyafetleri sahibine geri verip, caminin hemen arkasındaki Ağlama Duvarı’na gittik. Burada da X-Raylerle bezenmiş güvenlik kontrollerinden geçtik mecburen. Haremlik selamlık olan duvarın kadınlar tarafında durduk bir süre, ileri geri sallanarak yüksek sesle dua okuyanları izledik. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232943180183855874" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8mGNipYwI/AAAAAAAAA8U/qKVOU5BxygA/s400/8.jpg" border="0" />Duvarın hemen arkasındaki Mescid-i Aksa, üzerindeki beyaz güvercinler, bir yanda Yahudiler, bir yanda Müslümanlar, birbirine teğet geçen ama değmeyen hayatlar, hepsini bir arada düşünürken epey vakit geçti. Hiçbirimiz birbirimizle konuşmadan kendi kendimize algılamaya çalıştık olan biteni.<br /><br />Ağlama Duvarı’ndan sonra, eski şehrin muazzam güzellikteki ve eskilikteki taş sokaklarında yürüdük biraz. Sonra da Hz. İsa’nın mezarının olduğu iddia edilen iki mekandan birine, Holy Sepulcher Kilisesi’ne gittik. Ziyarete kapanmasına birkaç dakika kaldığı için hızlıca gezip çıktık. Bazı insanlar mezar taşına sarılıp ağlarken, bazıları dizlerinin üzerine çökmüş öpüyordu mezar taşını. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232943175856883666" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8mF9bBB9I/AAAAAAAAA8M/KdiJBAeLEoQ/s400/7.jpg" border="0" /><br /><br />Nasıl olmuş da üç önemli dinin de merkezi tek bir şehir olmuştu? Kutsal mekanları neden bu kadar iç içeydi? Acaba farklı merkezler olsa burada hala bu kadar çatışma olur muydu? Filistin’in ve Kudüs’ün merkez seçilmesinin sebebi neydi? Bu şehrin başından geçen her detayı öğrenmek istiyordum. Ama çoğu zaman bu sorularıma net yanıt alamıyordum.<br /><br />Hava kararmıştı, artık Ramallah’a dönmemiz gerekiyordu. Bir şeyler atıştırdıktan sonra bir taksi durağına gittik. Taksiciyle pazarlık yapıp anlaştık ve yola çıktık. Taksinin üzerinde bir taksi işaretinin olmamasından işkillenmiş olsam da ses etmedim. Kudüs’ün hemen çıkışında İsrailli askerler arabayı durdurdu. 25 yaşlarındaki şoför bize bir şey sorarlarsa arkadaş olduğumuzu söylememizi tembihledi telaşla. Asker, tüfeğiyle arabaya doğru yaklaşırken ona kızıp “ne, nasıl, sen korsan mısın” diyecek vakit yoktu. Asker fenerini arabanın içine tutunca arkada sıkış tepiş oturan 4 kız, önde onlarla aynı ülkeden olmadığı belli olan bir başka kız, bir de Filistinli şoför gördü. Pasaportlarımızı istedi ve şoförü dışarı çıkardı. Ne olacağını, bize bir şey sorulduğunda ne diyeceğimizi bilemiyorduk. Çocuğun istediği gibi arkadaşı olduğunu söylesek başımıza iş açılır mıydı? Ya da gerçeği anlatsak çocuğun başına ne işler gelirdi? Sadece bize herhangi bir soru sorulmamasını diledik o an.<br /><br />Asker geri geldi, pasaportlarımıza bakmaya devam ederken nereye gittiğimizi sordu. Amy büyük bir soğukkanlılıkla Ramallah’taki otelimize gittiğimizi söyledi. Ramallah turistik bir şehir olmadığından ve orada kalan yabancıların illaki Filistinlilerle bir işi olduğu için orada bulunduğundan ben bu cevabı veremezdim, peşinden daha çok soru gelecekti. Fakat Amy bu detayları bilmediğinden öyle soğukkanlı cevap verdi ki, asker ayrıntıya girmedi ve “bu adam sizin arkadaşınız mı” diye sormakla yetindi. (Kapalı uçlu zorular her zaman soruyu soran kişinin lehinedir ve cevap veren kişinin işini kolaylaştırır.) “Evet” dedik, halbuki bu adamı nereden tanıyorsunuz deseydi muhtemelen vereceğimiz cevap daha fazla soruyu ve sorunu beraberinde getirecekti. “Devam edin” dedi ve pasaportlarımızı geri verdi. Ucuz atlattığımız için öyle sevinmiştik ki şoföre kızamadık bile. Sadece askere ne söylediğini sorduk. Babasının arkadaşı olduğumuzu söylemiş. Biz babasının nereden arkadaşıyız, babasının adı ne, onun adı ne, böyle saçma açıklama olur mu?<br /><br />Kazasız belasız otele vardığımızda saat akşam 10’du ve konferans salonunda yine İsrailliler’in katılmamasıyla ilgili hararetli bir tartışma vardı. Zaman kaybı olarak gördüğüm tartışmaya gruptan birkaç saat ayrılmış olmanın verdiği vicdan azabıyla katıldım. Bu sırada kendisini Filistin’e gitme konusunda gaza getirdiğim, Nablus’a önce birkaç haftalığına giden sonra 7 ay kalan arkadaşım Khushbu aradı. Ramallah’taydı ve beni görmek istiyordu. Otele geldi, yarım saat kadar konuşabildik, yakında London School of Economics’te mastera başlayacağı için buradan ayrılacaktı ve çok üzülüyordu. Hayatının en ilginç en güzel günlerini burada geçirdiğini söylüyordu. Sayılı dakika çabuk geçti, sabah erken kalkmamız gerekiyordu. Sırasıyla Ankara, İstanbul, Ahmedabad ve Delhi’nin ardından bu kez de Ramallah’ta görüşmüştük, bir dahaki buluşmamızın nerede olacağını bilemeden, yeterince konuşamadan hüzünlenerek ayrıldık birbirimizden…<br /><br /><strong>13 Mayıs 2008, Nablus</strong><br /><br />Artık sonra yaklaşıyoruz. Zaman her ne kadar dolu dolu geçse de yine çabuk geçiyor, yine de doyulmuyor. Sabah –yine erkenden- Batı Şeria’da direnişin en yoğun olduğu şehirlerden Nablus’a doğru otobüsle yola çıktık. Bize rehberlik eden Filistinli öğrenciler, İsrail’in günlük hayatlarını ne kadar zorlaştırdığından, şehirler arası geçişlere (Kudüs hariç) hakları olduğu halde İsrail’in bunu engellediğinden, maddi sıkıntılardan, toprağın ekilememesinden, kontrol noktalarında yaşadıkları aşağılanmalardan bahsettiler.<br /><br />Bu sırada yol boyunca sağlı sollu devam eden, her 10 metrede bir dikilmiş İsrail bayrakları çekti dikkatimi. İsrail 15 Mayıs’ta kuruluşunun 60. yılını kutluyordu. Ve bu kutlamayı bağımsızlıklarını ellerinden alarak baskı kurmaya devam ettiği Filistin topraklarında yapmaktan çekinmiyordu. Bu tarih İsrail için bağımsızlık anlamına gelirken, Filistin için esaretin başlangıç tarihiydi, Nakba’ydı. Ne zaman biteceği bilinmeyen, uzun yıllar sürecek sıkıntılı yılların miladıydı. Bir milletin düğün günü, diğerinin cenazesiydi. Elbette İsrail’in kendi tarafında kutlama yapmasına bir şey denemezdi, fakat Filistin topraklarında gözüne soka soka İsrail bayrağını dalgalandırmanın nefreti arttırmaktan ve potansiyel saldırıları tetiklemekten başka nasıl bir sonucu olabilirdi? <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232942511546873234" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8lfSrKtZI/AAAAAAAAA7s/xcd-Wwg-eJg/s400/3.jpg" border="0" /> <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232943187066978482" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8mGnLtgLI/AAAAAAAAA8k/CrCAfGibjSs/s400/10.jpg" border="0" /><br /><br />Ramallah- Nablus arası hem kalıcı hem de geçici birçok kontrol noktasıyla dolu olduğundan, seyahatin uzun süreceğini düşünüyorduk. (Geçici kontrol noktası: İsrail tank ve ciplerinin birden ortaya çıkıp yolu kesmesi ve kontrole başlaması, yüzlercesi mevcut) Fakat bazı günler yabancılar üzerinde olumsuz etki bırakmamayı tercih eden askerler, en büyük kontrol noktası olan Hawara’ya kadar bizi durdurmadılar. Hawara’ya geldiğimizde de durum sakin görünüyordu. Biz her ne kadar özel muameleye tabi olsak da, Filistinlilerin sebepsiz yere saatlerce kuyrukta beklediğini açıkça görebiliyorduk. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232943182220449922" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8mGVINWII/AAAAAAAAA8c/Mhnu1iPqs3Y/s400/9.jpg" border="0" /><br /><br />Yolun kalan kısmını şehir içinden de geçerek bisikletle gittik. Basının ve insanların yoğun ilgisi vardı. Bir ara yine medya kamyonetine geçip, kendime zar zor bir yer ayarlayıp çekim yaptım. Bu sırada gazetecilerden biri şöyle dedi: “Bu organizasyonun adı neydi, Push the Women mı?” Adam şaka mı yapıyor diye baktım ama ciddiydi, “Follow the Women, follow!” dedim. Basın ilgi gösteriyordu göstermesine ama kim olduğumuz, ne olduğumuzla ilgili bir fikri yoktu.<br /><br />Yine uzunca bir yokuşun ardından son durağımız olan An Najah Üniversitesi’ne ulaştık. Filistin’in en kapsamlı, imkanları en geniş okulu olan üniversitede, önceden tanıştığım ve filistinfilistin.com sitesi aracılığıyla Türkiye’den gönüllü çalışma programlarına yönlendirdiğim kişiler sebebiyle irtibatımın devam ettiği insanları gördüm. Halkla İlişkiler Müdürü Ala, hep Türkiye’den katılımın az olmasına üzüldüğünü söylerdi. Bu kez bizi topluca bir arada görünce çok mutlu oldu.<br /><br />Konferans salonunda çok iyi hazırlanmış bir Nablus tarihçesi ve bilgilendirici konuşmalar dinledik. Sonrasında grubumuzdan Ela, İtalyan ekibinden Lisa ile birlikte Pippa Bacca anısına getirdiğimiz gelinliği üniversiteye hediye etti. Döndükten sonra Bacca’nın annesinin bu hareketten çok etkilendiğini ve Türkiye’ye gelip bizimle tanışmak istediğini öğrenecektik. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232943773060102450" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8mouLW-TI/AAAAAAAAA8s/RUfA3HfkOx4/s400/11.jpg" border="0" /><br /><br />Öğle yemeğini öğrencilerle birlikte okul kantininde yedik. Diğer Ortadoğu ülkelerinin aksine burada sponsorlar yoktu, bu yüzden de herkesle birlikte yiyip içiyorduk. Böylece çok daha fazla insanla tanışıp sohbet etme şansımız oldu.<br /><br />Öğrencilerin çoğu üniversiteyi bitirdikten sonra Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn, Suudi Arabistan gibi ülkelere gidip çok iyi şartlarda çalışabiliyordu. Konuştuğumuz herkesin İngilizcesi çok iyiydi. Benim Türkiye’de adını bile duymadığım Ihlamurlar Altında ve Gümüş isimli diziler burada son derece popülerdi. Müzikleri cep telefonlarında çalıyor, esnaf gündüz işi gücü bırakıp çarşıda bu dizileri izliyordu. Türkiye’den olduğumuzu söyler söylemez bu dizileri soruyordu herkes.<br />Öğleden sonra bisikletle şehir merkezine gittik ve ertesi gün döneceğimiz için bisikletlerimizle vedalaştık. Aslında program bir gün daha Cenin’de devam ediyordu fakat bizim uçuşlarımız bu şekilde olduğundan dönüyorduk. Bisikletimle vedalaşırken gerçekten duygulandım. Artık bir parçam gibiydi, aynaları ve kornasıyla zor anlarımda yanımda olmuştu, kendisine son bir kez sarılıp gitmesine izin verdim. Aynaları ve kornayı da benden bir hatıra olarak bıraktım.<br /><br />Nablus eski şehir içindeki turumuz benim için sıkıcıydı. Grup halinde gezmek gidilen yerdeki insanlar için çok rahatsız edici olabiliyor. Kendim gidip istediğim yerde istediğim kadar vakit geçirebilmeyi tercih ederdim.<br /><br />Bir ara bir kasapla konuşacak oldum, nereli olduğumu sordu, Türkiye deyince “Osmanlı bu Yahudilerden bin beterdi” diye sövmeye başladı. Daha sonra sorduğum öğrenciler de öğrendikleri tarih itibariyle Osmanlı’yla ilgili hoş anılar anlatmadılar. Okul müfredatının ne kadarı İsrail kontrolünde, Osmanlı gerçekten İsrail’den daha zalim miydi, bilemiyorum. Gerçi varsın öyle olmamış olsun, önemli olan gerçekte ne olduğu mu, insanların ne hatırladığı mı? Herkes hafızasını kendi deneyimi üzerinden kuruyor…<br /><br />Şehir turumuza devam ederken Pınar durup, esnafın bize kötü bakışlar attığını söyledi. Ben de biz de olsak şehrimize birden yüzlerce kadın gelse ve alışık olmadığımız türde giyinen kadınlar olsa bakacağımızı söyledim. Tam o sırada arkadan gelen bir polis arabası Pınar’ın ayağının üzerinden geçti. Geçmeden önce de ne olduğunu anlayamayıp bir süre orada durdu. Talihsizce Pınar ikinci kazasını geçiriyordu, panikle ayağını ezen polis arabasına binip süratle hastaneye doğru yol almaya başladık. Allahtan ayağında bilekli ayakkabı vardı, yoksa kesin kırılırdı, tam bileğin üzerinden geçmişti. Canı yanıyordu ama çok kötü değildi. Polis ne yapacağını bilmez halde bir yerlere telefon ediyordu. Bir an önce buz koymamız gerektiğini söyledik ama İngilizce bilmediği için buzun ne olduğunu bir türlü anlatamadık. Bu sırada o kadar hızlı kullanıyordu ki arabayı, ikinci bir kaza geçirebilirdik. Sonunda hastaneye geldik. Ortalık dökülüyordu, içeride ağır, basık bir hava vardı. Acil odasına girdik, doktor geldi, muayene etti, önemli bir şey olmadığını ama her ihtimale karşı film çekilmesini istedi. Camları çatlak, cihazları eski binada, fazla beklemeden filmi çektirdik. Yürümemesi gerektiği için Pınar’ı tekerlekli sandalyeye koymuşlardı, polis de yardım etmeye çalışıyordu. Durum bir an çok trajikomik geldi, Pınar’ın ikinci kez kaza geçirmesine mi şaşırayım, polisin şehre gelen bir yabancıyı inciterek başına iş açılmasından korkmasına mı bilemedim. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232943776572909698" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8mo7Q4KII/AAAAAAAAA80/IBSH2Hmk7PU/s400/12.jpg" border="0" />Polise önemli bir durum yok, haydi bir çikolata al da barışalım dedik. Hemen koşup bakkaldan bir sürü çikolatayla geri geldi, yüzünde güller açıyordu, ucuz atlattığımız için o da biz de çok mutluyduk. Tekrar tekrar özür dileyerek bizi üniversiteye geri götürdü.<br /><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232943779272294450" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8mpFUdgDI/AAAAAAAAA88/unE6eF1n1tY/s400/13.jpg" border="0" /><br />Mülteci kamplarından çocukların hazırladığı folklör gösterilerinin ardından geceyi geçireceğimiz eski bir hapishaneye gittik. Artık misafirhane olarak kullanılan binada bir bürokrat karşıladı bizi. Yakın zamanda Gazze saldırısında ölenler için mum yakıp birkaç dakika sessizce bekledik. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232943783959918226" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8mpWyE9pI/AAAAAAAAA9M/YqqjhJgVMWU/s400/15.jpg" border="0" /><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232943778174808658" style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center;" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ8mpBOzMlI/AAAAAAAAA9E/7Q_EeKn-YkA/s400/14.jpg" border="0" /><br /><br />Üniversiteden hapishaneye giderken yolda tanıştığımız Hijazi’nin hayat hikayesini dinledik bütün gece. Hiç sebepsiz kendisine hiçbir açıklama yapılmadan bir gece evinden alınıp hapse atılışını ve yıllarca kalışını, üstlenmesi teklif edilen suçlar karşılığında alacağı ceza indirimini kabul etmeyerek yıllarca direnişini, ailesinden yok yere kaybettiklerini… Saatlerce o anlattı, biz dinledik, onun gözleri doldu, bizim sesimiz titredi, o korkularına geri döndü, biz ürperdik.<br />Ama onu öldürmeyen güçlendirmişti, şimdi uluslar arası kuruluşlar için çalışan başarılı bir rehberdi ve görece rahat bir hayatı vardı. Halimize şükretmekle onun haline üzülmek arasında, saat gece yarısını geçerken uykuya daldık.<br /><br /><strong>14 Mayıs 2008, Amman</strong><br /><br />Daha önce Filistinli mahkumların kaldığını bildiğimiz koğuşlarda uyumak çok tuhaftı. Kim bilir neler yaşanmıştı bu odalarda. Uyandığımda gidecek olmanın bir de programdan erken ayrılıyor olmanın üzüntüsüyle çok keyifsizdim. Kimseyle konuşmak istemedim, vedalaşmak istemedim, yemek istemedim, çay içeyim derken hepsini elime döktüm, daha da moralim bozuldu. Sonunda birkaç kişiyle vedalaştım hiç istemeden. Detta’ya sarılırken yine kendimi tutamayıp başladım ağlamaya. Ayrılmak zordu, normal hayata dönmek sıkıcıydı, bilip de gitmek zorunda olmak vicdan azabıydı, yapacak bir şey yoktu.<br /><br />Kiraladığımız minibüsle önce Kudüs’e uğradık. Ceren’le Pınar’ı Ermeni fotoğrafçı Varousch Amca ve Süryani cemaatinin lideri terzi Sami Bey’le tanıştırdım. İkisi de bizi gördüklerine çok memnun oldular ama az kaldığımız için kızdılar. Biletlerini sonradan değiştirdiğimiz için bizim uçakta yer yoktu, Tel Aviv’den döneceklerdi. Onların uçağı gece 5.50 de bizimkiyse 03.30’daydı. Allenby köprüsü öğleden sonra 4’te kapandığı için ve sorun çıkarsa sınırda mahsur kalmamak için erken gittik. Sınır bomboştu, görevliler hiç soru sormadan çıkış işlemlerimizi yaptılar. Bu o kadar rahatlatıcıydı ki hiç hesapta olmayan 35 dolar çıkış fonunu ödemek zorunda kalmamız bile dokunmadı.<br /><br />Bundan sonra sırayla Ürdün sınırını geçtik ve bavullarla hareket yetimiz epey kısıtlandığından, birkaç taksi tutup havaalanına gittik. Daha önce içinde vakit geçirmeme gerek kalmadığı için pek dikkat etmediğim Amman havaalanı son derece küçüktü ve bir cafe dışında yemek yiyecek bir yeri bile yoktu. Restoranlara ancak pasaporttan çıktıktan sonra gidiliyordu ve uçuşa iki saat kalmadan pasaporttan geçilemiyordu. Saatin 4.30 olduğunu hesaba katınca, daha bu minik havaalanında geçirecek 11 saatimiz vardı.<br /><br />Yorgundum, bitkindim, bir üçlü koltuğa kıvrılıp uyumak istedim ama görevliler kaldırdı. Gidip “yetkili” bir yerlere durumu anlatmaya çalıştım ama yapacak bir şey olmadığını söylediler. Sağolsun Ceren (Kuşçuoğlu) bana uyku tulumunu verdi, ben de kuzenimin İran’dan getirdiği süper etkili uyku haplarından içtim ve ortalığa serdiğim uyku tulumunda deliksiz 7 saatlik bir uyku çektim.<br /><br />Uyandığımda bizim ekip sohbete devam ediyordu, artık hepsi yorgunluktan bitmiş durumdaydı. Biraz daha bekledikten sonra zamanımızı doldurarak üst kata geçmeye hak kazandık ve bir şeyler yiyebildik. Yorgun ve uzun bir yolculuğun ardından sabah 05.30’da İstanbul’a vardık. Herkesle vedalaştıktan sonra beni almaya gelen kuzenimle kahvaltı ettik ve sonra havaalanına dönüp 7’de gelecek olan Pınar ve Ceren’i aldık. Onların dönüşü Tel Aviv’deki uzun sorgulamalarla daha yorucu geçmiş olsa da biraz kazalı ama belasız, sağ salim, bol anı ve fikirle memlekete dönmüş olduk.<br /><br />Bu maceranın sonu…<br /><br />Fotoğraflar:<br /><br /><a href="http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/sets/72157605077768129/show/">Filistin 1</a><br /><br /><a href="http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/sets/72157605093734281/show/">Filistin 2</a><br /><br /><a href="http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/sets/72157605084123441/show/">Filistin 3</a>selma şevklihttp://www.blogger.com/profile/11203672244632420123noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7349381787312615708.post-773071009015077692008-08-09T05:53:00.000-07:002008-08-09T06:04:41.563-07:00Bisikletle Ortadoğu-3: Ürdün<h3 class="post-title entry-title"><br /></h3><br /> <b>9 Mayıs 2008, Amman<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232492297823484594" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ2MBZ28erI/AAAAAAAAA6M/XCdtpJ2d0Mo/s400/DSC_0173.JPG" border="0" /><o:p></o:p></b> <p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Lübnan’daki çatışmalardan dolayı sınırlar kapatıldığından, birçok insanın dönüşü tehlikeye girdi. Bizim gidiş biletimiz Beyrut, dönüş Amman üzerinden olduğu için sorun yok ama çoğu insan biletini gidiş-dönüş Beyrut’tan aldığı için kara kara ne yapacaklarını düşünüyorlar. Aileler de merakta, herkes telefonla iyi olduğunu haber veriyor. Ekipteki gazetecilerden biri Lübnan’a geri gitti ama sınırdan çevirmişler, AP için çalıştığı halde. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Amman’a vardığımızda saat gece yarısını geçmiş durumda. Minik otelin lobisi tam bir kaos. Türkiye ekibine iki büyük oda verdiler. Yine valizler açıldı, ertesi günün hazırlıklar yapıldı. Çamaşır yıkadık, elektroniklerimizi şarj ettik. Yorgunluğumuzu atlatamasak da yeni güne hazırdık. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Suriye’de evsahibemizin Esma Esad olması gibi, burada da evsahibemiz Kraliçe Rania. Kendisi meşgul olacak ki görüşemedik. Onun yerine Ürdünlü yeni üyeler katıldı ekibe. Bir tanesi yalnızca 12 yaşındaydı.<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232492305232758642" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ2MB1ddB3I/AAAAAAAAA6U/nWWFBREA02I/s400/DSC_0215.JPG" border="0" /></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Amman parkurumuz tamamen şehir içindeydi ve trafik gayet yoğundu. Bu yüzden yolun sağ tarafından bazen ikili bazen tek şerit olarak ilerledik. Ve yarı ilkokul yarı askeri marş tadındaki şarkımızı yine hep bir ağızdan söylemeye başladık: “We are women from all around, we want peace for everyone! I am from here and you’re from there, we want peace for everwhere!” (Mehtap bunu çok güzel kafiyeli Türkçe tercüme etmişti ama hatırlayamıyorum)</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Ürdün’ün Follow the Women’dan haberi yoktu, sokaklar boştu, kimse ellerinde bayraklarla bizi beklemiyordu. Ürdün ilginç bir ülke aslında ama bu sokağa pek yansımıyor. Ülkenin %70’ine yakını Filistinlilerden oluşuyor. Bunun dışında ayrıca Filistinli mülteciler ve 2003 Irak savaşının başlangıcından beri kabul edilen Iraklı mülteciler var. Devlet mültecileri destekliyor fakat konu işe gelince mülteciler vatandaşların işlerini elinden alıyor. Daha ucuza ve gayrı resmi çalıştıkları için bazı Ürdünlüler durumdan hiç hoşnut değiller. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232492310889840930" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ2MCKiNQSI/AAAAAAAAA6c/OS4qeFi9mzQ/s400/DSC_0265.JPG" border="0" /></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Evler çok sade, hepsi aynı renk ve gösterişsiz. Hangisinde bir zengin yaşar hangisinde bir fakir anlamak çok zor. Kadınlar çarşı pazarda görünmüyorlar. Ürdün koordinatörümüz Martha’nın verdiği bilgilere göre kadınlar sosyal hayatın dışında kalmışlar. Bisiklet kullanmaları yasak mesela. Ürdün’ün küçük Amerikalılığı sadece ekonomiye yansımış anlaşılan.</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Birkaç tarihi yer gördükten sonra antik tiyatroya gittik. Toparlanıp grupça fotoğraflar çekildik<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232492328046451746" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ2MDKcqXCI/AAAAAAAAA6s/p9PbHUVjQEc/s400/DSC_0377.JPG" border="0" />. Filistin’e İsrail kontrolü olmadan girmek imkânsız olduğundan ve İsrail’in Müslüman ülkelerle arası epey naneli olduğundan, Ortadoğu’dan katılanlar seyahatlerinin sonuna yaklaşıyorlardı. Aynı şekilde işlerinden iki hafta değil de bir hafta izin alabilmiş olanlar da ertesi gün ülkelerine döneceklerdi. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Akşamüstü otele döndüğümüzde, lobide bir sergi vardı. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232495009134821730" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ2OfOR8QWI/AAAAAAAAA60/f47MEFHJths/s400/DSC_0475.JPG" border="0" /><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232495018051911106" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ2Ofvf8PcI/AAAAAAAAA68/sO8OfnVSsAQ/s400/DSC_0477.JPG" border="0" />Sergiyi gezdikten sonra Ürdünlü öğrencilerin bizler için hazırladığı sunumu izledik. Arkasından konuşmalar yapıldı. Her ne kadar bu aktiviteler bilgilendirici olsa da karşılıklı soru cevap ortamına imkân vermediği için yetersiz kalıyordu. Halimizden memnunduk, ama biraz daha öğrenmek istiyorduk ne olup bittiğini. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Sonunda akşam bir grup toplantısı yapabildik. Neler yaptık, bundan sonra neler yapacağız, eksik kalınan noktalar neler, isteyen herkes mikrofonu eline alıp konuştu. Bence eksik olan gittiğimiz yerlerdeki insanlarla olan iletişimimizin sınırlı kalışıydı, uzun yemekler yerine yerel temsilcilerin katıldığı atölye çalışmaları yaparak zamanımızı daha verimli kullanabilirdik, mülteci kamplarına gittiğimizde bir tercümanımız olmalıydı. Birkaç Amerikalı ise İsraillilerin olmayışından duydukları üzüntüyü dile getirdiler. İşte bu önemli bir noktaydı.</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Follow the Women barış yanlısı bir insiyatifti fakat tarafsız olduğunu söylemek zordu. (Ki bence Filistin-İsrail meselesinde tarafsız olmak ya meseleyi bilmemektir ya da sağduyuyu kaybetmiş olmaktır.) Başta Detta Regan olmak üzere işi yürütenler Filistin konusunda yıllardır çalışan adanmış aktivistlerdi. Taktıkları aksesuarlar (bileklik, kolye, tişört) ve zaman zaman yaptıkları konuşmalarla da Filistin yanlısı olduklarını açıkça belli ediyorlardı. İsrail’den kadınların bu projeye katılması onları rahatsız etmezdi fakat ortada ciddi bir uluslar arası kriz vardı: Lübnan ve Suriye, İsrail vatandaşlarının ülkelerine girmelerini kabul etmiyordu. Aynı şekilde İsrail de onları kabul etmiyordu. Detta uzun zaman İsrail’in de bu ve benzer projelerde yer almasına çalışmış ama otoritelerden red cevabı almış, sivil toplum örgütlerinden de beklediği ilgiyi görememişti. Benim için İsrailliler’in bulunup bulunmaması çok önemli bir nokta değildi. Ortada milyonlarca mülteci ve onların problemleri varken, birkaç günlük yalandan sembolik bir Filistin-İsrail yanyanalığı olsa ne olurdu, olmasa kaç yazardı?</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Ortalık biraz gerildi, o güne kadar “höy löy löy hepimiz kardeşiz, yaşasın barış ve spor” şeklinde takılan herkes bir anda kartlarını daha açık oynamaya başlamıştı. Konuşacak bir sürü konu varken ve İsraillilerin katılmamasının çok geçerli teknik sebepleri önümüzde dururken insanların neredeyse bütün toplantı zamanımızı buna harcaması benim de mikrofonu elime alıp fikirlerimi yüksek sesle dile getirmeme sebep oldu. Barış yanlısı olmak, taraf tutmamak mı demekti? İsrail ve Filistin’i aynı kefeye koymak mıydı? İşini gücünü ailesini bırakıp kendini riske atarak buraya kadar gelen herkes, biraz daha bilgili ve vicdan sahibi olsa daha az hayal kırıklığı yaşayabilirdim. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Şimdiye kadar tarih boyunca yapılmış tüm Filistin-İsrail tartışmaları gibi bu tartışma da kimse kimseyi ikna edemeden, bir sonuca bağlanamadan kapandı. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Ülkelerimize döndüğümüzde neler yapabiliriz, burası için neler yapabiliriz konulu atölye çalışmalarımızdan sonra odalarımıza çıktık. Biraz can sıkıcı olsa da sonunda suya sabuna dokunur şeyler konuşmuş olmanın rahatlığını hissederek uyudum.</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><b>10 Mayıs 2008, Madaba<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Bugün 50 kilometreydi sürüş ama çok eğlenceli geçti. Amman'dan ayrılırken orkestra gelip bizi uğurladı.<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232495022072912146" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ2Of-en2RI/AAAAAAAAA7E/e_gzaoLQzmg/s400/DSC_0521.JPG" border="0" />Hz. İsa’nın vaftiz edildiği Madaba şehrine gittik. Küçük ama fazlasıyla turistik bir şehir. Zaten bu bölge “inanç turizmi” denen olgunun en yaygın yaşandığı yer. Çarşısında turlarken 3 yaşlı amcanın dükkanın önündeki masada tavla oynadığını gördüm. İzlemeye başlayınca “biliyor musun” diye sordular “evet” deyince de hemen oturttular. 3’e kadar oynadık, yenildim çünkü oyuna konsantre olamadan sürekli sorular sordum. Bir tanesi İstanbul’a gelip gidiyormuş, halleri vakitleri yerinde geçinip gidiyorlar.</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Biraz ileride başka yaşlı 4 amca vardı, bu kadar kadını bir arada görünce onlar da merak ettiler ne olup bittiğini. Onların da ikisi Hıristiyan ikisi müslümandı, biz aynı dinin farklı cemaatleriyiz dediler. Bir bakıma doğru tabii. Sonra Hz. İsa’nın seyahatlerini düşündüm. Öncelikle Filistinli olması çok garip geldi düşününce. Sonra nasıl gitmiş, Beytüllahim’den Nasıra’ya, oradan Eriha’ya, Madaba’ya, Kudüs’e? Deveyle mi yürüyerek mi uçarak mı? Keşke onun yol hikayelerini anlatan bir kitap olsa… </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Madaba’dan sonra geceyi geçirmek üzere Lut Gölü’ne (Ölüdeniz) gittik. Bize yolun bir kısmında eşlik eden Polisle ortak tek bir kelime konuşamamamıza rağmen çok eğlendik. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232495040884042194" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ2OhEji6dI/AAAAAAAAA7U/h22GFBnqJpI/s400/DSC_0640.JPG" border="0" />Bir kıyısı Ürdün, bir kıyısı Filistin. Dünyanın en tuzlu gölü. Baktım millet hemen eşyalarını bırakmış atmış kendini göle. Hava da kararmak üzere, ben de girdim. İçinde hareket etmek çok zor, yüzmek imkansız çünkü hemen kaldırıyor su. Ellerim kollarım sanki yağlı gibi göründü sudan çıkınca. Bir an yanlışlıkla bir damlacık su kaçtı gözüme, ne yapacağımı şaşırdım, o kadar yandı ki, çizgi filmlerdeki gibi yaşlar fışkırdı resmen gözümden, hiçbirşey yapamadan, dokunamadan geçmesini bekledim çaresiz. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Bu sırada daha önce “gözleri nura karşı hassas” olduğu gerekçesiyle gece gündüz güneş gözlüğüyle gezen Kian girdi göle. Kimse onu uyarmadı mı, İran’da suya mı hasret kaldı artık nedense balıklama gömdü kafayı suyun içine. Ben o anı görmek istemedim “hiiiii” diyebildim sadece. Acılar içinde çıktı, koşarak duşa gitti, gerçekten kör olacağını zannettim, asit gibi yakıyor çünkü. Birkaç dakika sonra döndüğünde iyiydi neyse ki.</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Paketi 20 dolara satılan Ölüdeniz çamurları işte burada! Biraz sürdük yüzümüze ve kollarımıza, hakikaten süper yumuşatıyor. Ama o çamurların ne olduğunu ve neden bu kadar şifalı olduğunu düşününce garipsedim: Acaba bunlar Lut Kavmi’nden kalma fosiller miydi?</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Çıkınca iki tane dev çadır kurulduğunu gördüm, hepimiz şiltelerin üzerinde bu çadırlarda yatacaktık. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232495039025926594" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ2Og9oiUcI/AAAAAAAAA7M/GhLdWE92JcE/s400/DSC_0673.JPG" border="0" />Eşyalarımızı çadıra taşıdıktan sonra İranlı arkadaşlarımızla güzel bir akşam yemeği yedik. Biraz tarih, biraz siyaset konuştuk. Orada tesettürlü dolaşmak zorunda oldukları halde, burada saçları açık hatta şortlarla dolaşmayı hiç yadırgamıyorlar. İran’dan geldiklerini bilmeseniz tahmin edemezsiniz. Nedense çoğunun saçı kısacık. Ülkelerindeki rejime sayıp sövmüyorlar da, bir olgunluk var, buraya bir amaç için gelmişler ve ona konsantre olmuş devam ediyorlar yollarına. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Filistin’e devam etmeyecek olanlarla vedalaştık. Duygusal anlar yaşandı. İtalyanlar Faslılara, İspanyollar Suriyelilere sarılıp ağlıyordu. Kalanlar plajda dev bir çadırın altında, ertesi sabah sonunda Filistin’e gidecek olmanın heyecanıyla hep birlikte uyudu.</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><b>11 Mayıs 2008, Eriha<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Filistin’e giriş yapabilmek için İsrail vizesi almak gerekiyor. Follow the Women’a katılan ekiplerden bizim dışımızda vizeye ihtiyacı olan ülke yok. (ABD, AB, Avustralya, Kanada, Japonya vs.) Arap ülkeleri zaten giremiyor. Biz de gitmeden önce İsrail konsolosluğuna gidip durumu anlattık. Güzelce derdimizi dinlediler, “Neden İsrail’e değil de Filistin’e gidiyorsunuz, İsrail niye projede yok” diye mırın kırın ettiler biraz ama iyi davrandılar. Birkaç gün sonra bize burada vize vermeyeceklerini, Allenby sınır kapısına bilgilerimizi göndererek geçmemize izin vereceklerini haber verdiler ve pasaport bilgilerimizi fakslamamızı istediler. Gidene kadar uzunca süre faks-email trafiği yaşadık konsoloslukla. Çok titiz davranıp her detayı eksiksiz istedikleri için ve emaillarda “her şey tamam, isimleriniz ve bilgileriniz kapıya gönderildi” şeklinde güven verici ifadeler kullandıkları için, bir sorun çıkacağını düşünmedim. Fakat yine de normal prosedürde vize gerektiği ve teknik olarak bizde vize olmadığı için biraz gergindim. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Sınırın Ürdün tarafında eşyalarımızı otobüse yükleyerek bisikletlerimize bindik. Çıkış damgaları vurulduktan sonra pasaportları aldık ve sınırın açılması için beklemeye başladık. Eksilenlerle birlikte sayımız 150-200 arasıydı. İki ülke arasındaki No Man’s Land’i bisikletle geçecektik. Herkes heyecanlıydı, Filistin’e gitmek için İsrail’den geçmek zorunda olma ironisi stresi arttırıyordu. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">İşareti alınca sessizce sürüşe geçtik, Ürdün topraklarından çıkıp kimseye ait olmayan o arada yine şarkımızı söylemeye başladık. Sonra eğer bu noktada başımıza bir şey gelirse sağlık sigortamızın geçerli olup olmayacağı ya da hangi ülkenin sorumlu olacağı konusunda spekülasyonlara girdik. Hava sıcaktı, güneş tam tepemizdeydi. Durmamız ya da fotoğraf çekmemiz yasaktı. <span style="font-size:0;"></span>Biraz ileride İsrail bayrağı dalgalanmaya başladı. Tuhaf bir ürperti geldi içime. Biliyordum ki bu kez orkestralar karşılamayacaktı bizi. Bir sorun çıkacağını hissettim.</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Tabii ki İsrail yüzlerce kadının o gün o saatte geçeceğini önceden biliyordu. Birkaç görevli gelip bisikletlerimizi aldılar ve üzerlerindeki “Beirut by Bike” yazılı çantaları çıkarmamız söylendi.<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232492317925972610" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJ2MCkvwGoI/AAAAAAAAA6k/Gd-iYUvxeSc/s400/DSC_0269.JPG" border="0" /> Lübnan’la ilgili herhangi bir işaret İsrail’in ulusal güvenliğini tehdit edebilirdi!</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">2 sene önce de bu sınırdan geçmiştim ama bu kez farklı bir salondaydık, salon yenilenmiş miydi yoksa VIP’de miydik anlayamadım. Eşyalarımızı X-Ray’den geçirirken pasaportlara ilk kontrol yapıldı ve tüm Türkiye pasaportları ikinci bir inceleme için alıkonuldu. Kenara geçerek beklememiz söylendi. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Teker teker isimlerimiz çağrılarak pasaportlar, ucunda yuvarlak ayna ya da detektör olan bir aletle sayfa sayfa incelendi. Hepsi geri verildi. Yarım saatten fazla süren bu aşama sonrası sıra pasaporttan geçmeye geldi. Tıpkı daha önceki gibi tüm görevliler 25 yaş altı kızlardı. Oturdukları kulübenin içinde sandalyelerinin boyları, karşılarındaki kişiye üstten bakabilecekleri bir yükseklikte ayarlanmıştı. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Sıra bana geldiğinde görevli pasaportumu açtı, daha önce İsrail’e gidip gitmediğimi sordu, iki kere gittiğimi söyledim. Bu pasaportum yeni olduğu için bir işaret göremedi ve direk telefonla bir yeri aradı. Tam bu sırada birden ortalık hareketlendi, tüm görevliler bir anda kulübelerinden çıkıp gittiler. Ortalıkta sahipsiz bir siyah poşet gördükleri için acil durum pozisyonuna geçilmiş. Poşette bir şey olmadığı anlaşılınca tekrar yerlerine döndüler. Yan bankodaki İsveçli kızı da pasaportunda İran vizesi olduğu için beklettiler epey. Sonra ikimize de gidip bir köşede beklememiz söylendi. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Diğer ülkeler sırayla diğer tarafa geçerken Türkiye ekibindeki herkesi bekletiyorlardı. Yanımızda konsolosluktan getirdiğimiz antetli kâğıda yazılmış İbranice yazıyı da verdik. Belki yarım belki bir saat daha geçtikten sonra görevli yanıma gelip, “Üzgünüm vizeniz yok, ülkeye giremezsiniz, Ürdün’e geri dönün” dedi. Bir an başımdan aşağı kaynar sular döküldü ama bozuntuya vermeden “Nasıl olur, işte belgemiz, biz konsolosluk bize ne söylediyse yaptık, isimlerimiz, bilgilerimiz sizde olmalı” diye cevap verdim. O da soğukkanlı bir şekilde “Bize isim falan gelmedi, giremezsiniz” dedi. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Günlerden pazardı, bize güvence veren konsolosluk görevlisine ulaşamazdık. Tel Aviv ve Kudüs’teki Türkiye temsilciliklerini aramaya başladık, sonra Türkiye’de ulaşabildiğimiz her yeri, başbakanlık, dış işleri ve sonra bekledik, yapacak bir şey yoktu. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Bizim dışımızda herkes geçmişti, sadece Detta ve yardımcılarından biri bizimle birlikte bekliyordu. Geçenler de dışarı çıkmamış “Onlar gelmeden biz de gitmiyoruz” diyerek oturmuş bekliyorlardı. Kendi geçemeyişimize mi üzüleyim, karşıdakileri bekletişimize mi, adice bir oyuna alet edilmemize mi bilemedim. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">İsimlerimizin ya da bilgilerimizin gitmemiş olması imkânsızdı. Hem çok uzun zaman önce bu işleri halletmiştik hem de konsolosluk görevlisi (kendisinin iyi niyetine hala güvendiğim için pozisyonunu yazmıyorum) bize güvence vermişti. Belli ki İsrail, Follow the Women’dan ya da benzeri organizasyonlardan hazzetmiyordu. Fakat onları ülkeye almamak için bir gerekçesi yoktu. Hiçbir problem çıkarmadan öylece geçip gitmelerine seyirci kalmak da kanına dokunuyordu. Neden bu kadar kadın hem de Amerika’dan Avrupa’dan gelmiş İsrail’i değil de Filistin’i destekliyordu, onu ziyaret ediyordu? Yıllardır yapılan propagandalar, yanlı yayınlar, harcanan onca para hiç mi işe yaramamıştı? Onları geçirmeyip barış yanlısı bir hareketin önünü keserek uluslar arası arenada puan kaybetmek işine gelmezdi ama biraz canlarını sıkabilirdi en azından.</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Biraz daha zaman geçti ve görevli tekrar yanıma geldi: “Sizin işiniz üzerinde çalışıyorum, olacak gibi, bekleyin” dedi. Biraz daha bekledik. Detta’ya ve diğerlerine gitmelerini söyledim ama dinlemediler. Herkes yorgun ve bitkindi. Adamın “olacak gibi” sözüne de inanamıyordum artık, bizi 5 saat bekletip “olmadı yaw, tüh” diyebilirdi daha can sıkıcı olmak için. Sonunda görevli kapıya çıktı, beni yanına çağırdı ve “tamam hepiniz geçebilirsiniz” dedi. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">O sırada manzara görülmeye değerdi, herkes “hey, yay, oley” diye bağırıyordu, hem bizimkiler hem geçenler çok mutluydu. Geçeceğimiz tarafta herkes karşılıklı ikişer kişi el ele tutuşarak altından geçebileceğimiz bir tünel yaptı ve Türkiye ekibi olarak tam olarak bir sevgi çemberi içinde sınırı geçtik. Dönüp baktığımda bizimkilerin çoğunun ağladığını gördüm. Beklenmedik bir gerginlik ve ardından uzun süre bekleyiş sonunda bir duygu yoğunluğu herhalde normaldi. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Sınırın diğer tarafından bisikletlerimizi alıp Eriha’ya doğru yola çıktık. Yol yine dikti ve hava çok sıcaktı. Eriha dünyanın rakımı en düşük şehri olduğu için (-385 metre) daha da bir sıcaktı. Herkesin kafası karışmaya başladı yine, biraz önce İsrail’e girmedik mi, nasıl Filistin oldu? Sınırlar nasıl değişiyor? Bir yerde İsrailli askerler, bir yerde Filistinli polisler var, hangisi neyi kontrol ediyor? </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Sonunda 1,5 senedir gelmediğim ve çok özlediğim, her şeye rağmen dünya güzeli karmakarışık Filistin’ime kavuşmuştum. Seyahatin en heyecanlı kısmı şimdi başlıyordu.</p><br /><p class="MsoNormal" style="text-align: justify; font-weight: bold;">Fotoğraflar:</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><a href="http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/sets/72157605073548692/show/">Ürdün-1</a></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><a href="http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/sets/72157605077683909/show/">Ürdün-2</a><br /></p>selma şevklihttp://www.blogger.com/profile/11203672244632420123noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7349381787312615708.post-60188755459317489202008-08-08T04:39:00.001-07:002008-08-08T07:12:16.799-07:00Bisikletle Ortadoğu-2: Suriye<b>6 Mayıs 2008, Şam</b><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJwyjYBUHSI/AAAAAAAAA1U/c-xXI7HC-FQ/s1600-h/DSC_1343.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232112450422447394" style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer;" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJwyjYBUHSI/AAAAAAAAA1U/c-xXI7HC-FQ/s400/DSC_1343.JPG" border="0" /></a><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Sabah erkenden başlangıç noktamıza gittik. Pınar’ın omzu kötü olduğu için bugün kullanamadı, basın kamyonetine geçip çekim yaptı. Parkur 50 kilometre, şehir içi ve yokuş aşağıydı. Yokuş aşağı kullanmak zevkli olduğu kadar da tehlikeli. Bugün 3 kaza oldu. Bir tanesinde iyi görüntü alabilmek için boylu boyunca yere yatmış bir fotoğrafçının üzerinden bir bisikletçi geçti, adamcağız hastanede. Başka bir kızın burnu kırıldı. Şehrin her yerinde Follow the Women billboardları vardı. Halk sokaklara dökülmüş, ellerinde bayraklarla selamladılar bizi. <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw0ppnpvbI/AAAAAAAAA1c/_CGQOxrIqKs/s1600-h/DSC_1351.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232114757249121714" style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw0ppnpvbI/AAAAAAAAA1c/_CGQOxrIqKs/s400/DSC_1351.JPG" border="0" /></a></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Aynalarım ve kornam çok ilgi görüyor, bizimkiler Aynalı Tahir diyerek dalga geçse de benim çok işime yarıyor. İlk moladan sonra Ceren’le yan yana gitmeye başladık. Bağıra bağıra şarkılar söyledik giderken, tıpkı lise günlerindeki gibi. O anlarda dert yok tasa yok, başı sonu yok, öylece bırakıyorsun kendini rüzgara ve yola…</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Öğleden sonra yine bir mülteci kampına gittik. Yine herkes sokaklarda bizi bekliyordu. <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw0qkxqcdI/AAAAAAAAA18/GemJuXjJb0E/s1600-h/DSC_1576.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232114773128802770" style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw0qkxqcdI/AAAAAAAAA18/GemJuXjJb0E/s400/DSC_1576.JPG" border="0" /></a>Fotoğraf çekeyim derken yine grubun arkasında kaldım. İnsanlara nereli olduklarını sordum, Gazze dediler. Ama 1948’de Gazze’den getirilmişler. Çoğu Gazze’yi görmemiş bile. Ne Filistinliler artık, ne Suriyeli. İşsizler, suları akmaz, sağlık imkanları çok kısıtlı. Bir an hallerini düşününce çok fena oldum, oturdum gene ağlamaya başladım. Bu gerçekliği ne kadar bilsen, ne kadar duysan yine de görünce çarpıyor insanı, her defasında! İnsanların ağladığımı görmelerini, onlara acıdığımı düşünmelerini de istemedim. Derin nefes alıp toparlayarak kendimi gittim birkaçının yanına konuşmaya çalıştım. Yabancı birileri gelip onları ziyaret ettiği için o kadar mutlulardı ki, birkaç saat için bütün sıkıntılarını unutmuş görünüyorlardı.<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232117057419669666" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw2vibC8KI/AAAAAAAAA2E/lcf1ZZST1JM/s400/DSC_1751.JPG" border="0" /> </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Çocuklardan biri elinde kocaman bir BM bayrağı tutuyordu, sanki BM onlar için çok bir şey yapıyormuş gibi…<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw0qSt0_WI/AAAAAAAAA10/zyNyAsszLSA/s1600-h/DSC_1542.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232114768280878434" style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer;" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw0qSt0_WI/AAAAAAAAA10/zyNyAsszLSA/s400/DSC_1542.JPG" border="0" /></a></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Teyzelerle göz göze geldik, konuşamadık da. Bir tanesinin elini öpecek oldum, öptürmedi, o benimkini öpmeye çalıştı, çok utandım. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232117065282023954" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw2v_tk8hI/AAAAAAAAA2M/BlUW5yA0pbA/s400/DSC_1784.JPG" border="0" /></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Otele döndüğümüzde girişte sağlı sollu elli kadar öğrenci bekliyordu karşılama komitesi şeklinde.<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232117064278994370" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw2v7-b7cI/AAAAAAAAA2U/YbnuKHQnwQ4/s400/DSC_1799.JPG" border="0" /><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232117067569412498" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw2wIO7uZI/AAAAAAAAA2c/C8rX_BRFMn0/s400/DSC_1827.JPG" border="0" /><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232117072652387458" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw2wbKzxII/AAAAAAAAA2k/CfMuYi6tCOw/s400/DSC_1906.JPG" border="0" /> Ve bağırıyorlardı: “Bir Allah, bir Esad bir de Suriye!” O kadar gaza gelmişlerdi ki durmadan bunu tekrarlıyorlardı.</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Bir saat sonra Esma Esad’ın cumhurbaşkanlığı konutunda bizim için vereceği resepsiyona gitmek üzere aşağıda olmamız söylendi. Odada televizyonu açtığımızda Lübnan’daki olayların büyüdüğünü, Lübnan havaalanının ve kara sınırlarının kapandığını öğrendik. Yani bir gün daha kalmış olsak, ülkeden çıkamayacaktık! Sebebini öğrenmek için gazetecilere sorduğumda aldığım yanıt Beyrut’taki askerlerinkinden farklı değildi: “Politik problemler, mühim bir durum yok, her zamanki gibi” Savaşlar, gerilimler, “politik problem”ler bu coğrafyanın vazgeçilmezleri olmuş artık. İnsanların duygusallığı, politikada da kendini gösteriyor, bir anda yükseliveriyor tansiyon. Ve çok alışıldık olduğu için kimse tepki göstermiyor, böylece akıp gidiyor…<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232126506639654722" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw_Vjgpf0I/AAAAAAAAA4M/h6K9tUpa1Hk/s400/DSC_2107.JPG" border="0" /></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Lobiye indiğimizde birtakım karagözlüklü adamlar bizi bir salona aldılar. Ülke ülke sıraya dizip, isim isim çağırarak otobüslere bindirdiler. Güvenlik konusunda sıkıca tembihlendik, yanımıza çanta, fotoğraf makinesi almamız yasaklandı, her şeyi bıraktık. Birkaç dağ aştıktan sonra konuta vardık. Esma Esad önceki senelerde Follow the Women ekibini sınırda karşılar, sonra da onlarla birlikte korumasız falan bisiklet sürermiş. Bu sene nedendir bilinmez sürüşe katılamayınca bizi eve çağırdı. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Kabul edildiğimiz salon tipik bir Osmanlı sarayını andırıyordu. İki kız bir köşede kanun çalıyorlardı. Yemek yoktu, kanepe servisi yapıldı. İçeride oturacak yer olmayınca bari manzarayı izleyelim diyerek dışarı çıktık. Uçsuz bucaksız dağlar uzanıyordu önünde. Şehirden epey uzaktaydı. Uzunca bir zaman bekledikten sonra nihayet First Lady’miz geldi. Kısa kollu pek şık siyah bir mini elbise vardı üzerinde, siyah oje sürmüştü ve yüzük takmıyordu. Pınar’la “böyle metalci First Lady mi olur, vay be” diye konuştuk aramızda. 10 dakikalık bir konuşma yaptı. Burada bulunmamızın öneminden bahsetti. Eninde sonunda dünyanın her yerindeki kadınların hayallerinin aynılığını vurguladı. İngilizcesi mükemmeldi. Sonradan, Londra’da doğup büyüdüğünü, New York’ta çalıştığını, evlendikten sonra Suriye’ye yerleştiğini öğrendik. Bir yandan konuşmasını dinlerken bir yandan da “ne müthiş kadın, hem akıllı, hem güzel, hem 3 çocuğu var, hem First Lady, hem sporcu, bir de mütevazı vs. vs.” diye fısıldaşıyorduk aramızda. Kıskanmakla özenmek arasında, hayran hayran izledik kendisini. Konuşmasını bitirdikten sonra tek tek tüm grupların yanına giderek sohbet etti. Herkesle konuşacak ortak bir nokta buluyordu. Bir kızın omzunda gördüğü dövmeyi sordu, ben de istiyorum, nerde yaptırdın, dedi. Bizim yanımıza geldiğinde 23 Nisan’da Türkiye’den kendisini ziyarete giden çocuklardan bahsetti. Ben de yaramazlık yapmadılar inşallah deyiverdim. “Döndüğünüzde burada yaşadıklarınızı gördüklerinizi anlatın e mi?” dedi, ben de “sizi daha çok anlatacağız galiba” dedim. Topluca fotoğraf çekildik. Bize birer cumhuriyet altını dağıtacağı söylentisi de asılsız çıktı.<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232119312884741618" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw4y0r0tfI/AAAAAAAAA3M/6AepZ6J1fdw/s400/DSC_2052.JPG" border="0" />(Detta Regan, Etiyopyalı animatör, ben)</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Konuttan ayrılırken bütün gün bisiklet kullanıp bütün gece ayakta durmanın yorgunluğundan perişan durumdaydık. Yemek de yemediğimiz için iyice bitkin düşmüştük. Saat 10 olduğu için bir an önce uyumak istiyorduk, yemeğe gideceğimiz haberi geldi. İstemeye istemeye gittik. Restorana vardığımızda yorgunluğumuz geçiverdi. 1001 Gece isimli masal gibi bir yerdeydik. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232119301893251714" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw4yLvP4oI/AAAAAAAAA20/lWg_kU1b4OM/s400/DSC_1963.JPG" border="0" />Bir yanda kocaman Pisa Kulesi uzanıyor, diğer tarafta yel değirmenleri dönüyor, tam karşıda da Taj Mahal tüm ihtişamını sergiliyordu. Tüm bunların ortasında en az 2000 kişilik bir yemek salonu uzanıyordu açık havada. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232119311031733266" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw4ytyCDBI/AAAAAAAAA3E/F4wCYrmqCRo/s400/DSC_2046.JPG" border="0" />Masaların önünde ise kocaman bir sahne vardı. Soğuklar servis edilirken sahnede bir Hint müzikali/tiyatrosu başladı. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232119303877125026" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw4yTIPY6I/AAAAAAAAA28/qUaQssp-OK4/s400/DSC_1972.JPG" border="0" /></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Yine allak bullak oldu kafam. Bir mülteci kampı, bir First Lady, bir acaip restoran, hangisine şaşıracağımı, bu ülke hakkında ne düşüneceğimi bilemedim. Yanımdaki Danimarkalı gazeteciye döndüm, o da aynı şaşkınlık içindeydi. “Bu kadar şatafat biraz aşırı değil mi böyle bir organizasyon için” diyordu. Yoksa Suriye bize sadece güzel yanlarını gösterip, hakkında olumlu düşünmemizi mi sağlamaya çalışıyordu? Mülteciler tamamen İsrail’in yarattığı problemler miydi? Bir iki güzel yer görünce tav olacak kadar saf mıydık? Baktık içinden çıkamayacağız, sohbete başladık Medi’yle. Tüm ekiplerin aksine Danimarka ekibi kıyafetlerinde ya da bisikletlerindeki etiketlerin arkasında bayraklarını kullanmıyor. Sebep geçen sene yaşanan karikatür krizi. Kendilerini (onlar sorumlu olmadığı halde) ülkelerinin medyalarının duyarsızlığından ötürü suçlu hissediyorlar ve tepki çekmekten korkuyorlar. Bu yüzden de üzerinde İngilizce, Arapça ve İbranice “diyalog” yazan tişörtler yaptırmışlar. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232136429693294802" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJxIXJw_2NI/AAAAAAAAA50/NgDbp-WSPbo/s400/DSC_1259.JPG" border="0" />Medi, ulusal bir radyoda çalışıyor ve krizin medya tarafından provokasyon amaçlı çıkarıldığını, arkasında da devletin olduğunu iddia ediyor. Kendi içimizde sağladığımız ifade özgürlüğünü, başka bir kültürden, hem de önemli değerlerine saldırarak beklemek saçmalık diyor. Bir Danimarkalı’nın bu şekilde özeleştiri yapabilmesine hayran kalıyorum.</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Düşüne düşüne tuvalete gidiyorum. Lavabonun başında Filistinli kızlardan biri var. Muslukla oynuyor. Elini sensora yaklaştırıp suyun akışını kesilişini tekrar akışını izleyip kendi kendine eğleniyor. Baktığımı fark edince ilk defa böyle bir musluk gördüğünü söylüyor. İlgilendiğimi görünce anlatmaya başlıyor. Meğer ilk kez yurtdışına çıkıyormuş, yaşadığı çoğu deneyim onun için yepyeni. Ben gereksiz lüksten şikayet edince, “haklısın” diyor “ama ben ve diğer Filistinlilerin çoğu için bu aynı zamanda bir tatil, dışarı çıkmamızın gezmemizin başka bir yolu yok, keşke ben de senin gibi düşünebilseydim ama benim bunlara ihtiyacım var” “Doğru” diye geçiriyorum içimden. “Madem öyle, biraz pozitif ayrımcılığın kimseye zararı dokunmaz!”<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232126502585971842" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw_VUaLNII/AAAAAAAAA4E/N0KQMHC1gXA/s400/DSC_2079.JPG" border="0" /></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Dopdolu bir günün ardından yorgun argın otele döndüğümüzde yapılacak işler henüz bitmemiş. Ceren ve Pınar aslında Ürdün’de seyahati bitirip Filistin’e katılmadan döneceklerdi (Plaza insanları o kadar izin alabildiler) ama şimdi kalmaya karar verdiler (patronlar da ağlar). Organizasyon açısından sakıncası yok fakat İsrail konsolosluğuna durumun bildirilmesi gerekiyor. Annesi Azeri olduğu için Azerice bilen İranlı Kian bize laptopunu tahsis ediyor. Gerekli yazışma ve dökümanları gönderiyoruz konsolosluğa. Kian, “ben de göndersem beni de alırlar mı” diye soruyor. Bir İranlı… İsrail’e girmek istiyor… “Kian, valla imkansız, mümkünatı yok” diyorum ama öyle saf öyle iyi niyetli ki, “sınıra kadar gelicem ben yine de belki alırlar” diyor. Bireysel iyiliklerin, ilgilerin, profesyonelliklerin, ölüm kalım meselelerinin uluslar arası ilişkilerde hiçbir geçerliliği yok maalesef…</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><b>7 Mayıs 2008, Golan Tepeleri<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Keşke hayat hep böyle olsa. Birileri bütün günlük programımızı ayarlasa, o program içinde bol bol yeni yerler görme, yeni insanlarla tanışma, spor ve leziz yemekler olsa, arkadaşlarımızla oradan oraya gezip dursak, aynı çatı altında uyusak, birlikte keşfetsek, öğrensek, bir şeyler yapmaya çalışsak…</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Kahvaltıda Türkmen asıllı bir kameraman oturuyor masamıza, Suriye boyunca ekibi takip ediyor. Ayda 200 dolar kazanıyormuş, “çok şükür geçinip gidiyoruz” diyor, halinden memnun. Onunla Türkçe anlaşabilmek, Kian’la Azerice-Türkçe anlaşabilmek çok güzel. Kalan herkesle İngilizce konuşmak zorundayız. Araplarla kültürlerimiz bu kadar benzerken İngilizce gibi iki kültürden bağımsız ve alakasız bir dilde anlaşmaya çalışmak çok yavan kalıyor. Şarkılar aynı, yemekler aynı, misafirperverlik, sıcaklık, duygusallık desen yarışır ama ortak dil yok…<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJwyifk8brI/AAAAAAAAA00/vJNx9QBfNgA/s1600-h/DSC_0069.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232112435271069362" style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer;" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJwyifk8brI/AAAAAAAAA00/vJNx9QBfNgA/s400/DSC_0069.JPG" border="0" /></a></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Organizasyon konusundaki sıkıntıları konuşmaya başlıyoruz kendi aramızda. Daha fazla bilgilendirici toplantı, seminer olabilirdi, workshoplar yapabilirdik, yıl içinde kampanyalar düzenleyip, para toplayıp geldiğimizde kalıcı bir şeyler bırakabilirdik. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">İnsanların birbiriyle en çok kaynaştığı zamanlar, arada yaptığımız otobüs yolculukları. Şoförler hareketli müzikleri koyunca herkes neşelenip sohbete kimi zamanda dansa başlayıveriyor. Filistin ekibi de göbek atma konusunda baya iddialı. Yaser Arafat’ın manevi kızı Lina Arafat da bizimle ama İngilizce bilmediğinden konuşamıyoruz. Arafat, zamanında Lina gibi anne-babasını kaybeden birçok çocuğu mülteci kamplarından alıp evlat edinmiş. Hala hepsi iyi koşullarda yaşıyorlar. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Suriyeliler de Lübnanlılar gibi politika konuşmaktan çok çekiniyorlar. Beşir Esad’ı sevdiklerini söylüyorlar ve hiçbirşeyden şikayet etmiyorlar. Biraz üsteleyince de “ortalık sivil polis dolu, sakata gelmeyelim, karıştırma” diye geçiştiriyorlar. <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJwyjGdDKBI/AAAAAAAAA1E/vH4QPQlyEgc/s1600-h/DSC_1323.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232112445706938386" style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJwyjGdDKBI/AAAAAAAAA1E/vH4QPQlyEgc/s400/DSC_1323.JPG" border="0" /></a><span style="font-size:0;"></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Ceren’le Pınar’ın gelişi benim için bu seyahatin en güzel yanlarından biri. İki yıldır anlatıyordum onlara Ortadoğu’yu, Filistin’i, şimdi kendileri yaşıyorlar, birlikte yaşıyoruz, hala inanamıyorum. Ceren her şeye hayret ediyor, şaşırıyor, zaman zaman panikliyor. Pınar da şaşkın ama daha sakin karşılıyor olanları. Bazen bir hikaye ya da şiir duyuyorlar, açıyorlar çeşmeleri. Her dakika birlikte değiliz, herkes kendi deneyimini yaşıyor ama istediğimiz anlarda da birbirimize hemen ulaşabiliyoruz. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-size:0;"></span>Sabah Golan Tepeleri’ne gitmek üzere yola çıkıyoruz. Benim için en heyecanlı rotalardan biri çünkü buraya gelmek, tek başına izin alıp içeri girebilmek hiç kolay değil. Golan tepeleri Suriye ve İsrail açısından büyük stratejik önem taşıyor. 1967’ye kadar Suriye’ye ait olan bölge, 67’deki Altı Gün savaşları ile İsrail tarafından işgal edilmiş. Hala da işgal atında. Yani bölgede yaşayanlar tamamen Suriyeli, İsrailli yok ama İsrail toprağı. Türkiye’de örneği olmayan bir durum. Tepenin iki yanında iki köy var, iki taraftaki insanlar akrabalar. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232126498712731618" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw_VF-uP-I/AAAAAAAAA38/foxvWSTkunU/s400/DSC_2073.JPG" border="0" />O kadar yakınlar ki hoparlörlerle konuşuyorlar devamlı. Hala kız alıp veriliyor. Ama gelin bir kere diğer tarafa geçtiği zaman bir daha asla kendi tarafına (ziyaret için ile olsa) dönemiyor. İki taraf ne bayramda ne cenazede ne düğünde birbirini ziyaret edemiyor, tam 41 senedir durum bu. Golan tepeleri İsrail’in ne işine yarıyor onu da anlamak zor, yönetmiyor, ekmiyor, biçmiyor, gene her zamanki terane:”Vaadedilmiş!” (Golan Tepeleri trajedisi üzerine bir film, Syrian Bride, durumu çok güzel açıklıyor.)</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Golan Tepeleri’ne giden yolda Kuneytire isimli bir şehirden geçiyoruz. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232126512443243522" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw_V5IVPAI/AAAAAAAAA4U/Ma7SMrCkXdE/s400/DSC_2113.JPG" border="0" />Şehir tamamen bir harabe görünümünde. Sanki birkaç gün önce deprem olmuş. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232126514213764370" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJw_V_udPRI/AAAAAAAAA4c/2C4ak5fAv9M/s400/DSC_2122.JPG" border="0" />Bütün binalar yıkık dökük, etrafta birkaç çoban dışında insan yok ve tarlaların etrafında dikenli teller var. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232133436948124210" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJxFo868kjI/AAAAAAAAA5M/Ae41bcGbClg/s400/DSC_2313.JPG" border="0" />1967’de bölgeyi ele geçiren İsrail, 1973’te tekrar gelip yerle bir etmiş. Trajikomik bir şekilde kiliselere dokunmamış ama hastaneyi de bombalamış. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232130280278256098" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJxCxNaM6eI/AAAAAAAAA4s/I1TpsDZxqf4/s400/DSC_2158.JPG" border="0" />Hastanenin içinde gezmek hayret verici, insan zaten içinde acı çeken insanların olduğu bir yeri nasıl bombalar, kurşuna dizer? Savaşın da bir raconu, bir onuru yok mu?</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Biraz ileride Shouting Hills’a gidiyoruz. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232130295292612770" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJxCyFV50KI/AAAAAAAAA5E/UIURhEJ8Krk/s400/DSC_2231.JPG" border="0" />Biz bir tepedeyiz, karşımızda İsrail işgali altındaki Suriyeliler diğer tepede. Hoparlörle bizi selamlıyorlar, karşılıklı konuşuluyor. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232133440286058290" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJxFpJWxZzI/AAAAAAAAA5U/EfedaBOWITU/s400/DSC_2360.JPG" border="0" />Burası tamamen BM kontrolü altında. Ama 1 kilometre ilerisi İsrail, 1 kilometre gerisi de Suriye, çok tuhaf…</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Dönüş yolunda yine herkes bitkin, ama bu Suriye’deki son günümüz, bari bir Şam’ı gezseydik? Otelden Opera Binası’na gitmek üzere bir otobüs kalkıyor akşam, ne gereği var, biz yolda iniyoruz, atlayıp bir taksiye eski şehrin merkezine gidiyoruz. Kudüs’e benziyor. Hava kararmış ama dükkanlar hala açık. Etrafta bir canlılık var. Yine o tuhaf duygu geliyor içime, çocukluğuma dönüyormuş gibi, 20 sene öncesine dönüyormuş gibi. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Biraz dükkanlara bakıyoruz. Bu sırada 20 yaşlarında bir kız bir erkek iki kişiyle tanışıyoruz. Hayatlarında ilk defa yabancı birileriyle tanışıyorlarmış. Konuşurken heyecanlanıyorlar, ikisi de üniversitede okuyorlar. Biri aslen Filistinli, diğeri Ürdünlü, birbirinizi nereden tanıyorsunuz diye sorunca gülüşmeler başlıyor. Ne oluyor anlatın deyince, anlamayacağımızı düşünerek süt kardeşiz diyorlar. Biz de başlıyoruz gülmeye, aynısı bizde de var, biliyoruz, biliyoruz diyoruz. Önce inanmıyorlar, sonra hep beraber gülüyoruz. Bütün akşam gezdiriyorlar bizi. Biz de onları alıp hep birlikte yemek yiyeceğimiz yere götürüyoruz. Utana sıkıla kabul ediyorlar. Gitmeyin, bize gidelim, sabah yine buluşalım diyorlar ama ertesi gün Ürdün’e gideceğimiz için yapamayacağımızı söylüyoruz. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><b>8 Mayıs 2008, Swaida<o:p></o:p></b></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Bacaklarım iyice sızlamaya başladı, artık esnemeler, kremler, uyku kar etmiyor. 10 kilometre kullandıktan sonra bırakmak zorunda kaldım bisikleti. Pınar da aynı durumdaydı, birlikte otobüse bindik. Her ne kadar bunu yaptığım için kendimi suçlu hissetsem de Radiohead dinleyerek tarlalar arasından geçerek, güneşli bir yolda, yanağımı otobüsün camına yaslayıp gitmek çok zevkliydi. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232130270238210626" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJxCwoAd-kI/AAAAAAAAA4k/06ipe4eWUoI/s400/DSC_2147.JPG" border="0" />Tabii sonra hemen kendimi toparlayıp medya kamyonetine geçerek çekime devam ettim. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Geçtiğimiz köylerde ilgi yoğundu, bu birbirini selamlama işinden hiç sıkılmıyordum. Swaida’nın girişinde bizi karşılamak için bekleyen insanların arasından geçerken, Amerikalılardan biri “Şalom” dedi. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232133445828456002" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJxFpeALrkI/AAAAAAAAA5c/LJPB37KspYo/s400/DSC_2465.JPG" border="0" />İnsanlar önce şaşırıp, birbirlerine baktılar, sonra onlar da “Şalom, şalom” diye cevap verdiler. İnsanların dinle (ya da kültür)siyaseti bu kadar olgunlukla ayırabilmesine inanamıyorum. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Mola verdiğimiz yerlerden birinde sadece tek bir tuvalet olduğu için civardaki evlerden birine gidiverdik. Ortak dil yine yok, “Marhaba, bathroom, tuvalet” falan diyince anladı teyzeler derdimizi, hemen bizi buyur ettiler. İşimizi gördük, üzerine suyumuzu içtik, yola devam ettik. Tabii civarda ev olmadığı durumlarda başka çözümler üretmek zorunda kaldığımız da oldu. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232133450130297346" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJxFpuB0kgI/AAAAAAAAA5k/TgG7ETMmV80/s400/DSC_2532.JPG" border="0" /></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Japonya’dan gelen tek bir kişi vardı, Mio. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232136435739397906" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJxIXgSgDxI/AAAAAAAAA6E/X34Ozaqwvbw/s400/DSC_0135.JPG" border="0" />Çok sevimli görünen bu arkadaşı bir mola esnasında yakalayıp tanıştık. 26 yaşındaki Mio, Japonya’da bir bisiklet dükkanında çalışıyor ve Afrika’ya tur organizasyonları yapıyor. 2 sene önce Kenya’dan Güney Afrika’ya bisikletle gitmiş, yolculuğu tam 6 ay sürmüş. Saçlarını kazıtmış erkek gibi görünmek ve tehlikelerden korunmak için. Hastalanmış, sıtma olmuş. Ama yine de çok güzel geçmiş. Tek başına hatta kız başına 6 ay Afrika’da pedal çevirmek baya yürek isteyen bir olay değil mi? Mio da ufacık tefecik sakin kendi halinde bir kız ama bu işlerin görüntüyle hiç ilgisi yok işte…</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Suriye’den çıkmadan önce bir dağın tepesinde, etrafında başka hiçbir yapı olmayan bir lokantada yemek yedik. Herşey tarih kitaplarındaki gibiydi. Sanki bir handaydık. Durumlar biraz değişikti sadece, fethe değil de keşfe çıkmıştık, erkek değil de kadındık, atımız yoktu da bisikletimiz vardı. Dağların heybetiyle yemeklerin lezzetiyse değişmeden devam ediyordu.<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232133450905262178" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJxFpw6lmGI/AAAAAAAAA5s/_RRY4A0dFcc/s400/DSC_2598.JPG" border="0" /></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Akşamüstü Suriye’den Ürdün’e doğru yola çıktık. Buralarda sınır değiştirmek şehir değiştirmek gibi bir şey, çok kısa sürüyor, dil de değişmediği için insan tam algılayamıyor. </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Ürdün sınırına vardığımızda bizi Kraliyet senfoni orkestrası tadında bir ekip bekliyordu.<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232136438962433682" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJxIXsS7rpI/AAAAAAAAA58/jySeirJtQOs/s400/DSC_0108.JPG" border="0" /> Organizatörler daha biz yemek yerken pasaportlarımızı alıp sınıra götürmüşlerdi. İşlemlerin yapılmasını beklerken bizi karşılamak/eğlendirmek üzere gelen orkestra hemen başladı çalmaya. Türk ekibi hemen halaya başladı. Gazı alan diğer ekiplerle birlikte kocaman bir çember oluştu. Herkes çok mutlu görünüyordu. Müzik güçlüydü, insanlar coşkuluydu. Herhalde benim gibi onlar da ne için coştuklarını bilmiyorlardı. Herkesin bir araya gelmesinden doğan olumlu bir enerji vardı ortamda, sebepsiz yere. Hoplaya zıplaya, halay çekerek sınırı geçtik. Hemen ardından sınırda yemek servisi yapıldı. Bu sırada etrafta bekleyen Has Turizm otobüslerini görünce bir tanesinin içine dalıverdim: “Nereden gelir, nereye gidersiniz?” “Hatay’dan Cidde’ye” “Neden?” “Orada yaşıyoruz, izne gelmiştik dönüyoruz” Meğer bu şekilde Suudi Arabistan’da yaşayan çok insan varmış. Otobüsle baya zor oluyormuş, iki gün sürüyormuş. Air-arabia’nın çok uygun fiyata uçuşları olduğunu anlattım. İnsanlar merakla sorarken, şoför şakayla karışık kovdu beni, işimizi baltalama diyerek…</p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">İşlemlerimiz hallolduktan sonra Amman’a doğru yola çıktık. Hava kararmış, bir ülke daha geride kalmıştı… <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5232130282287410594" style="margin: 0px auto 10px; display: block; cursor: pointer; text-align: center;" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJxCxU5OLaI/AAAAAAAAA40/yZJUGkdhsJs/s400/DSC_2184.JPG" border="0" /></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p></o:p></p><br />Fotoğraflar:<br /><br /><a href="http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/sets/72157605071692372/show/">Suriye 1</a><br /><br /><a href="http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/sets/72157605076454427/show/">Suriye 2</a><br /><br /><a href="http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/sets/72157605072961680/show/">Suriye 3</a><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJwyjAfoXLI/AAAAAAAAA1M/mmMRE8AhTd8/s1600-h/DSC_1287.JPG"><br /></a>selma şevklihttp://www.blogger.com/profile/11203672244632420123noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7349381787312615708.post-21373435319771143862008-08-07T13:39:00.000-07:002008-08-10T05:00:24.535-07:00Bisikletle Ortadoğu-1: Lübnan<h3 class="post-title entry-title"><a href="http://selmasevkli.blogspot.com/2008/08/bisikletle-filistin-1-lbnan.html"><br /></a></h3><div class="post-body entry-content"><br /><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtUB68eu4I/AAAAAAAAAy8/z766n2OhfJM/s1600-h/DSC_0775.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231867784100494210" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtUB68eu4I/AAAAAAAAAy8/z766n2OhfJM/s400/DSC_0775.JPG" border="0" /></a> <b>3 Mayıs, 2008, Beyrut</b><br /><p class="MsoNormal">Dün yine heyecanlı bir gündü. Bu kez farklı bir yola çıkış heyecanı. Hem 28 ülkeden 300 kadınla, hem canlarım ciğerlerim Pınar ve Ceren’le, hem de bisikletle yavaş yavaş, yeni diyarlar göre göre Lübnan’ını Suriye’sini Ürdün’ünü tanıya tanıya Filistin’e bir gidiş… Projenin adı Follow the Women (Kadınları izle). Rota Lübnan-Suriye-Ürdün-Filistin, toplam 13 gün sürüyor. 4 yıldır devam eden bu bisiklet turunun amacı başta Filistin olmak üzere Ortadoğu’da yaşananlara dünyanın dikkatini çekmek. Artık medya tarafından neredeyse tamamen tek yönlü hale getirilmiş “Arap”, “Savaş”, “Müslüman”, “Mülteci” gibi pek çok kimliğe ve duruma yakından bir göz atmak. Ve tabii gittiğimiz yerlerdeki insanları ziyaret ederek birkaç saatliğine de olsa memnun etmek. </p>Aslında tam olarak ne beklediğimi bilerek çıkmadım yola. Özel olarak kendimi heyecanlandırmamaya çalışıyorum sonradan hayal kırıklığına uğramamak için. Böylece her şey daha beklenmedik, daha kabul edilebilir ve eğlenceli oluyor.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtPYhAHYZI/AAAAAAAAAyE/FOvFTaLZZM0/s1600-h/DSC_0017.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231862674715271570" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtPYhAHYZI/AAAAAAAAAyE/FOvFTaLZZM0/s400/DSC_0017.JPG" border="0" /></a> <p class="MsoNormal"></p>Biz gitmeden birkaç hafta önce İtalyan bir sanatçı Türkiye’de saçma sapan bir biçimde vahşice katledilmişti: Pippa Bacca. Onun da yolu bizimkine benziyordu, barış sembolü beyaz gelinliğini giymiş, barış yolundakilerin tecavüze uğramayıp öldürülmeyeceğine inanmış ve düşmüştü yola. O da Filistin’e gidecekti. Ama olmadı… Daha Türkiye’ye henüz girmişti ki, Gebze yakınlarında o insanı çileden çıkaran olay gerçekleşti, Pippa Bacca bir kamyon şoförü tarafından tecavüze uğrayıp öldürülerek, önemli bir yolun daha başında bu dünyadan göçüp gitti.<br /><p class="MsoNormal">Onun yarım kalan yolculuğunu sembolik olarak biz tamamlayalım istedik. Neler yapabiliriz diye 20 kişilik Türk ekibi kendi aramızda konuştuk. Sonunda Bahar Korçan bize bir gelinlik hediye etti ve biz de bu gelinliği Filistin’e götürmeye karar verdik.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtSHNZTPvI/AAAAAAAAAyU/GnYzPbe78ww/s1600-h/DSC_0059.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231865675929304818" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtSHNZTPvI/AAAAAAAAAyU/GnYzPbe78ww/s400/DSC_0059.JPG" border="0" /></a> </p>İşin içine Türkiye’nin onurunu kurtarma, moda, 20 kadın, Filistin, bisikletle Ortadoğu gibi kavramlar girip garip bir şekilde harmanlanınca medya ilgi göstermeye başladı. Röportajlar yapıldı, manşetler atıldı. Amaç daha çok insanın bu ve benzer projelere katılmasını sağlamak ve bölgeye dikkat çekmek olduğuna göre işler yolundaydı.<br /><p class="MsoNormal">Cuma günü evde son hazırlıkları tamamladım. Hiç bu kadar uzun süreli bisiklete binmediğim için yaralanma, kramp gibi olasılıklara karşı ilaçlar, kask, eldiven, tayt, terletmeyen tişörtler, atıştırmalıklar, şarj cihazları, fotoğraf makinesi, temizlik malzemeleri gibi bir sürü araç gereci çantama yerleştirdim. Giyindim. Saate baktım, daha havaalanına gitmek için 4 saat vardı. Zaten hep böyle olurdum gitmeden, o ana kadar tuttuğum heyecan birden çöreklenirdi üzerime, yine öyle oldu. Evin içinde volta atmaya aşladım. Olmadı, biraz köşe yazısı okudum,<span style="font-size:0;"> </span>sıkıldım, önceki yıllardaki Follow the Women fotoğraflarına baktım, daha da heyecanlandım, o sırada Türkay aradı. “Ben götüreyim seni havaalanına” dedi, “süper” dedim “hemen gel”. Geldi, biraz muhabbet, biraz<span style="font-size:0;"> </span>Yeşilköy oyalanmasıyla gittik havaalanına. Ceren ve Pınar’la buluştuk. Daha önce yaptığımız toplantılarda tanıştığımız katılımcı diğer kızlarla hoş beş ettik. Ayşin (sağolsun) sponsorlara özel tişört yaptırmış onları giydik, basın geldi biraz onlara poz verip biraz kendimize şımardık. <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtP1LhGoXI/AAAAAAAAAyM/1a9RV8dGCMM/s1600-h/DSC_0019.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231863167164260722" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtP1LhGoXI/AAAAAAAAAyM/1a9RV8dGCMM/s400/DSC_0019.JPG" border="0" /></a>Derken vakit geldi. Bu sırada bizi yolcu etmek için havaalanına geleceğini söyleyen ama sonradan sesi sedası çıkmayan Ahu, uçağa binmemize 45 dakika kala, biz pasaporttan geçtikten sonra çıkageldi. Pasaporttan çıkış yaptığımız yere gittik, o yaklaşabileceği en yakın noktaya geldi, ben de epey ileri gittim. Polise bir baktım, kızmıyor, geri geçtim 5 adım, sarıldık, vedalaştık. O sırada diğer polis heyecanlanıp fırça attı, paparayı yiyince aynen geri döndüm sınırdışına.</p>Uçağımız yarım saat rötarlı kalktı, epey de sallandı yolculuk sırasında. Gece saat 2’ye doğru vardık Beyrut’a. Belli ki organizasyonun Lübnan ayağı çok iyi hazırlanmıştı. İner inmez yarı sosyalist yarı sivil polis görünümlü gençten bir çocuk gelip ciddiyetle bizi pasaport kontrole götürdü. Görevliler Commadore 64 kullandığından olacak, işlemler çok uzun sürdü. Zaman, daha varır varmaz yavaşlamaya başladı Ortadoğu’da.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtSHCTSJpI/AAAAAAAAAyc/HgabLBL75I0/s1600-h/DSC_0187.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231865672951277202" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtSHCTSJpI/AAAAAAAAAyc/HgabLBL75I0/s400/DSC_0187.JPG" border="0" /></a> <p class="MsoNormal"></p>Havaalanının önünde bizi bekleyen otobüse bindik. Bizimle aynı zamanda gelen Danimarkalılar ve İspanyollar da bindi ve yola çıktık. Garip bir şekilde bazı yolların kapandığını, barikat ve birtakım engeller kurulduğunu gördük. Anlam veremedik, kah yol değiştirerek, kah engelleri kaldırarak devam ettik. Otele varmamıza az bir zaman kala muhtemelen havaalanından yeni inen bir ekiple ilgili telefon geldi ve havaalanına geri döndük. Yeni gelenleri de alıp tekrar geri döndük ve saat 4’te otele vardık. Ceren ve Pınar’la odamıza yerleştiğimizde çok mutluyduk. Eski, orta derecede temiz ve sevimli odamızda aslında hemen uyumamız gerektiği halde muhabbete daldık. Televizyonu açıp filmlerin amma da bizimkilere benzediğinden bahsettik. Taytlarımızı deneyip birbirimize güldük. Uyuduk uyandık, saat 7:30’du. 8’de otobüslere binmiş olmamız gerektiği için alel acele hazırlanıp kahvaltıya indik. Krem peynir, salatalık ve lavaştan oluşan süper hızlı kahvaltımızı yapıp otel önünde hazır bulunduğumuzda, herkesin bizim kadar dakik olamadığını fark ettik. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231871778999623026" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtXqdGp3XI/AAAAAAAAA0M/Rgc47WDGdL8/s400/DSC_0890.JPG" border="0" />Beyrut’un şehir merkezindeki otelimizin önünkdeki caddede beklerken etrafı incelemeye koyuldum. Belki de Hıristiyan nüfusun yüksek olmasından, ilk göze çarpan başörtülü kadınların fazla olmaması. Makyaj, moda kıyafetler, topuklu ayakkabılar gayet yaygın. Starbucks ve diğer coffeshoplar da bol miktarda. Çarşılar pazarlar kalabalık.<br /><p class="MsoNormal">Otobüslere yerleştikten sonra ilk durağımız Beirut by Bike oldu. 2 hafta boyunca kullanacağımız bisikletlerimizi seçmek ve geçici olarak üzerimize almak için bol bisikletli bir meydana geldik. Sırayla bisikletler seçildi ve denendi. Hepsi de yepyeni ve çok sağlam görünüyorlardı. Üzerlerine isimlerimizi ve etiketlerinin arkasına bayraklarımızı yapıştırdıktan sonra biraz boş vaktimiz vardı. <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtSHjgJZqI/AAAAAAAAAys/Ug8bTVinK9I/s1600-h/DSC_0346.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231865681863599778" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtSHjgJZqI/AAAAAAAAAys/Ug8bTVinK9I/s400/DSC_0346.JPG" border="0" /></a>Gölge bir yer ararken Danimarka ekibinin yanında buldum kendimi. En kalabalık ekiplerden biri ve muhtemelen yaş ortalaması en yüksek ekip. ( Filistin 26 kişi, İtalya 21 kişi, Türkiye ve Danimarka 20 kişi) Çoğu 60 yaş üzeri görünüyorlar fakat son derece zindeler aynı zamanda.İki tanesi üşenmemiş şu bisikleti yanlarında getirmiş ve nasıl olacaksa tüm yolu böyle tandem gideceklermiş. <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtSHb1GHHI/AAAAAAAAAyk/PiYek0tOOHk/s1600-h/DSC_0230.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231865679803980914" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtSHb1GHHI/AAAAAAAAAyk/PiYek0tOOHk/s400/DSC_0230.JPG" border="0" /></a>Onlarla muhabbet ederken Türk ekibini gözden kaybettim, her an onlarla mı olmam gerekiyor onu da bilmiyordum. En azından ilk gün işler organize olurken ortadan kaybolmamak lazım diyerek arayışa başladım. Bulamayınca da “şehir içindeyiz daha vaktimiz de var, hadi gezelim” diyen Danimarkalılarla şehir turuna çıkıverdim.</p>Etraf çok sakindi, şehrin bu tarafındaki mağazalar kapalı, caddeler boştu. Hayırdır İnşallah diyerek ortalıkta cirit atan askerlere sorduk neden böyle diye. Asker bomboş caddelerde dolaşan yüzlerce kadına şaşırırken soruyu çok da önemsemedi, “küçük bir politik problem var” demekle yetindi. O rahatsa biz de rahatız, devam ettik. Binaların hepsi aynı renk, kum gibi, şehri çevreleyen dağlarla aynı. Yolda bizimkilere rastlayıp grupları birleştirdik ve vaktin yaklaştığını fark ederek bisiklet meydanımıza geri döndük. 28 ülkeden 300 kadın! Renk renk, çeşit çeşit kadınlar. Daha ilk günden bir sürü hatıra fotoğrafı çektirdi insanlar birbirleriyle.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtSH3qXbQI/AAAAAAAAAy0/BTXbD0Np_38/s1600-h/DSC_0371.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231865687275171074" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtSH3qXbQI/AAAAAAAAAy0/BTXbD0Np_38/s400/DSC_0371.JPG" border="0" /></a> <p class="MsoNormal"></p>Bu sırada öğle yemeğini de aradan çıkararak sandviçlerimizi yedik, Filistin ekibinin şarkıları eşliğinde. <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtUCCP-ZHI/AAAAAAAAAzE/NrHvWkmK2vk/s1600-h/DSC_0454.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231867786061309042" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtUCCP-ZHI/AAAAAAAAAzE/NrHvWkmK2vk/s400/DSC_0454.JPG" border="0" /></a>Toparlanıp merkezdeki Sabra Shatila mülteci kampına gittik. Kampın girişinden itibaren insanlar sıraya dizilmişti. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231867787408307970" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtUCHRH9wI/AAAAAAAAAzM/hTt7UeKefMk/s400/DSC_0487.JPG" border="0" />Onlara hiçbirşey getirmemiş olsak bile, hiçbirşeyi değiştirecek gücümüz olmasa bile, onlar bizi görmekten memnundu. Bazen sadece fark edilmek bile yetiyor demek ki. Meydanda yapılan resmi bir konuşma sırasında çocuklarla konuşmaya çalıştık, fotoğraf çektik. Çocukların bazıları askeri üniforma giyiyordu. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231867790644954402" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtUCTUzRSI/AAAAAAAAAzU/akUwdBkIOhc/s400/DSC_0537.JPG" border="0" />Böyle hızlı geçişler yaşanırken kimseyi bulup da bu çocuklar bunu neden giyiyor diyemiyorsun. İşin garibi giymesini de garipsemiyorsun. Birtakım adamlar birtakım seni ilgilendirmeyen gerekçelerle evini yıkıp, ananı babanı öldürüp seni başka bir ülkede bir kulübede yaşamaya mahkum ettiyse, ne sosyal ne bireysel bir kimliğin yoksa, sana bunu yapanlardan nefret etmeyi nasıl önleyebilirsin? Bir durumu değiştirmeye çalışmadan önce onu o raddeye getiren süreci iyi tahlil etmek gerekiyor. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231869737504357634" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtVzn8QPQI/AAAAAAAAAzk/as5DL6GrXIo/s400/DSC_0635.JPG" border="0" />Bunları düşünürken gözler buğulandı ister istemez, ama saklamak gerekiyordu sanki. Fotoğraf çekmenin de sohbet etmenin de manasız göründüğü o an bir köşeye oturup kızmaya başladım. Herkese kızdım, onları bu hale koyanlara, hala öyle yaşamalarına göz yumanlara, bilip de düzeltmeye çalışmayanlara, bilmeye bile gayret sarf etmeyenlere ve bizim gibi gelip de bakınıp geri gidenlere. Belki de o an yaşadığım çaresizlik hissi onların hayat boyu yaşadığının yüzde biri bile etmezdi. Onların ihtiyacı olan empati miydi iş miydi onu da bilemedim. Orada ne yaptığımı da çözemedim. Başımı kaldırdığımda Ceren’i gördüm kamptan çocuklarla, çocuklar ona sorular soruyor, o da cevap veriyordu, çok mutlu görünüyorlardı. Uzun vade bir çözüm üretemiyorsan o anı yaşamayı da zehir etmeyeceksin kendine diyerek gittim ben de yanlarına. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231867797782609362" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtUCt6jPdI/AAAAAAAAAzc/wzZq8OSydnM/s400/DSC_0616.JPG" border="0" />Bu çelişkiler ve kızgınlıklar belki de harekete geçip bir şeyler yapmaya başlamanın ateşleyicileriydi. Aynı durumu yaşayan diğer insanları da görünce umutlandım.<br /><p class="MsoNormal">Kamptan dödükten sonra otele dönüp akşam için üzerimizi değiştirdik ve UNESCO Kültür Sarayı’na gittik. Sabah eşofmanlarıyla gelen insanlar, akşam son derece şıklardı, abiye giyenler bile vardı, makyajlar profesyoneldi. Salonda ülkenin ileri gelenleri ve organizatörler hoş geldiniz konuşmaları yaptı, mültecilerle ilgili bir fotoğraf sergisi gezdik ve isminden ötürü sığamayacağımızı düşündüğüm “Petite Cafe”ye doğru yola çıktık. </p>Bizim otobüste İtalyanlar, İranlılar ve Türkler vardı. Başta herkes kendi içinde takılıyordu. İran ve İtalya ekiplerinde ikişer de gazeteci erkek vardı, her yere bizimle geliyorlardı.<br /><p class="MsoNormal">Yolda önümüzde ve arkamızda devamlı olarak polis eskortu vardı, ne ışık dinliyordu ne trafik, birinci derece protokol uygulayarak açıyordu yolları. İnsan kendini önemli zannediyor bir yandan şaşırırken. </p>Petite Cafe müthiş bir restoranmış meğer. Tam deniz kenarında, içi özenle döşenmiş. Geldi mezeler, gitti yemekler. Biraz coşarak biraz frenleyerek yedik hepsinden. Üzerine bir de müzik başladı, yarı clubber yarı oryantal kombinasyonlar nefis olmuş. Bir anda herkes dans etmeye başladı, önce garipsedim, biz eğlenmeye gelmedik ama diyerek. Sonra karşılaşacaklarımızı düşünüp biraz moralin kimseye zararı olmaz diyip ben de attım kendimi ortaya. Epey bir kurtlarımızı döktükten sonra maratonun ilk günü için sıkı bir uyku çekmek üzere yine otele döndük. Bundan sonra bütün seyahat boyunca da eğlence ve üzüntü hep iç içe oldu.<br /><br /><p class="MsoNormal"><b>4 Mayıs 2008, Byblos <span style="font-size:0;"></span><span style="font-size:0;"></span><?xml:namespace prefix = o /><o:p></o:p></b></p>Sabah otobüsler bizi alıp başlangıç noktası olarak belirlenen Byblos şehrine götürdü. Davullu zurnalı karşılama ekibi biz varır varmaz çalmaya başladı, halk oyunları ekibi de dansa. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231869742188725202" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtVz5ZGA9I/AAAAAAAAAzs/6wFM38X5reg/s400/DSC_0747.JPG" border="0" />Çalan şarkı da Erkin Koray’ın şaşkın, meğer arakmış ortadoğudan. Çünkü her gittiğimiz yerde çalan geleneksel bir Arap şarkısı görünüşe göre. Bu müzik ve dans gerçekten enerji veriyor insana, coşturuyor. Hemen yanında da güzel güzel pideler hazırlanmış, mis gibi götürdük hepsini. Yerel eşraftan bir önde gelenin konuşmasının ardından ilk sürüş için hazırlanmaya başladık.<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231869743985614146" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtV0AFgXUI/AAAAAAAAAz0/iBrmnsnj3tg/s400/DSC_0784.JPG" border="0" /><br /><p class="MsoNormal">Önce güneş kremleri sürüldü, saçlar toplandı, kasklar takıldı, eldivenler giyildi, heyecan doruklara çıktı. Bisikletleri aldık ve sıraya dizildik. Upuzun ve gepgeniş bir konvoy halinde yola çıkmaya hazırdık. Çok heyecanlandıydım. Biraz da korku vardı. Gitmeden önceki bir ay spor yapıp hazırlanmış olsam da, Lübnan’da dağların arasında, bu kalabalık içinde bisiklet sürecek olmak korkuttu bir anda. Ceren’le Pınar da yoktu ortada, kendi kendime “ya zincir atarsa, ya sollarken dalarsa biri” diye korkarken ilk işaret verildi. Yokuş aşağı o ilk başlangıç anı inanılmazdı. Sağlı sollu dağlar, önümde bir kadın cümbüşü elim arka frende temkinli başladım. 40 kilometrelik parkurun çoğunun yokuş olacağı söylenmişti ama 10 dakika sonra virajlar rampalar başladı çat diye. Birini geçtim, diğeri geldi, yokuş çıkmayalı da epey olduğu için zorladı baya. Yol ilerledikçe insanlar arasındaki mesafe de açıldı. Bir noktada zincirim attı, anında ATV’li bir ekip yetişti imdadıma, düzeltti. Sonra başka bir ekip arabası gelip su ister misin diye sordu, organizasyon ve teknik destek müthişti. Birkaç rampa sonra, önümde bisikletlerini yürütmeye başlayanları da görünce ben de yürümeye başladım. Yokuş bitince tekrar bindim, sonra yine epey yokuş aşağı gitti yol, bir köyün içinden geçtim. Bir anda sanki 300 kişi yokmuş da tek başımaymışım gibi hissettim. İnsanlar bana el salladılar, ben onlara, garip bir mutluluk hali… Sonra yokuşlar yine arttı ve ilk mola yerimize vardık. Bol su ve atıştırmalıklar eşliğinde bizimkileri buldum. Herkes benzer şeyleri tek başına yaşamış, herkes coşkuyla anlatıyor gördüğü teyzeleri, zorlayan bayırları.<img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231869746396042082" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtV0JEMk2I/AAAAAAAAAz8/KYUxAory8Ho/s400/DSC_0807.JPG" border="0" /></p><br /><p class="MsoNormal">Moladan sonra biraz canlanmış olarak devam ettik. Yol trafiğe kapalı değil ama çok az araç geçiyor, tehlikeli olan bizim ekipten birilerinin sollarken diğeriyle kaldığı pozisyon. Onun için ya en önde ya en arkada olmak en iyisi, ortalar çok kalabalık.</p>Bitiş noktamız olan Chaffot’a vardığımızda kadınlar bizi bekliyordu. Şehrin STK’cıları, kermesçileri ya da ev hanımları kim varsa bize yemekler hazırlamışlar, bir de karşılama komitesi gibi sıraya dizilmişler, tek tek elimizi sıkıp gülümsediler “hoş geldiniz” derken. İç pilavlar mı istersiniz, humuslar mı, çeşit çeşit salatalar mı, her şey vardı. Almak için beklemek zorunda olduğumuz kuyruğu saymazsak her şey kusursuzdu. Açık havada diğer ekiplerden insanlarla sosyalleşmeye başlayarak yedik yemeklerimizi. Ayrılırken çok teşekkür ettik bizi ağırlayan ev sahiplerimize ama İngilizce bilmediklerinden (ya da biz Arapça bilmediğimizden) çok sınırlı kaldı iletişim. Yine de iki taraf da çok mutluydu. İki tarafın da kadın olması ve ortadoğuda kadın kadına bütün bu işleri birlikte yürütmelerinden ayrıca gurur duydum.<br /><p class="MsoNormal">Otele döndüğümüzde akşam yemeğine gidene kadar 2 saat boş vaktimiz vardı. Ceren ve Pınar’la dışarı çıktık. Onlar alışveriş yaptılar, ben internete gidip travelpod.a günlük yazımı yazdım. Buluşup geri dönerken güzel gözlü bir dilenci kız yaklaştı yanımıza Türkçe konuşarak. “Yok artık” deyip hikayesini sorduk. Gaziantepliymiş, babası orada işsiz kalınca buraya gelmişler. Burda da işsiz olacak ki küçücük kız dilencilik yapıyor. </p>Akşam –henüz hiç acıkmadığımız halde- yemek için Byblos şehrine doğru yola çıktık. En az 70 kilometre yol gittik, herkes çok yorgundu, homurdanmalar başladı. Ama vardığımız yeri görünce herkes bir anda gevşedi. Deniz kenarında, yeşillikler içinde cennet gibi bir resort! Aslında ne gerek var bu kadar ihtişama ama sanırım işler şöyle yürüyor: Lübnan organizasyon ekibi sponsor ararken zenginlere, önde gelenlere projeyi götürüyor, böyle otellerin, restoranların sahipleri de “gelin bir akşam da biz misafir edelim sizi” diyorlar. Yoksa kimsenin cebinden para çıkmıyor.<br /><p class="MsoNormal">Buradaki yemekler hepsinden daha olağanüstü. Hazırlanan açık büfede envayi çeşit yemek, salata, meze ve tatlı var. Pınar’la henüz dokunulmamış yemekleri incelerken iki şef geliyor yanımıza ve sohbete başlıyoruz. “Lübnan ne zaman Suriye’den ayrıldı?” diye soruyorum genç olana. “Yok öyle bir şey” diyor. “Nasıl yok canım, var ya” diyorum, “karıştırma” diyor bu defa. Tarihle ya da siyasetle ilgili konuşmaktan çekiniyor hep insanlar. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231869751196402546" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtV0a8sQ3I/AAAAAAAAA0E/Pahvprbgfl8/s400/DSC_0841.JPG" border="0" />Şeflerden biri<span style="font-size:0;"> </span>Hıristiyan, biri Müslümanmış ve bu onlar için mevzubahis bir konu değil. Arkadaşlığı, işe girmeyi, sosyoekonomik durumu etkilemeyen bir durum. Yalnızca evliliklerde sorun olabiliyor, iki aile de zenginse bu da sorun edilmiyor. Hıristiyanların dili de Arapça olduğu için devamlı “inşallah, maşallah, selamünaleyküm” var dillerinde. Zihinlerimizde Müslümanlıkla Araplık o kadar iç içe geçmiş ki, hala yadırgıyorum Arapça konuşmalarını. Halbuki dünyadaki Müslümanların yalnızca %10’u Arap!</p>Yemek sırasında yine konuşmalar yapılıyor, bir kısmı Arapça olduğundan anlayamıyorum, bir kısmında da yeni&ilginç bir şey söylenmiyor zaten: “Barış istiyoruz, kadınlar bizim için çok önemlidir, iyi ki geldiniz” Sadece bu insiyatifi başlatan, yıllardır barış projelerinde çalışan ve Filistin için uğraşan Detta Regan konuştuğunda heyecanlanıyorum. 60 yaşında bir İngiliz ve yorulmadan aynı heyecanla, aynı samimiyetle ve tamamen mütevazı bir şekilde devam ediyor çalışmalarına. “Barışa inanmaktan vazgeçmeyin” derken gözlerinin içi parlıyor.<br /><br /><p class="MsoNormal"><b>5 Mayıs 2008, Bekaa Vadisi<o:p></o:p></b></p>Hala Lübnan’dayız ama şehirlerin adını unutuyorum, her şey çok çabuk oluyor, çok çabuk değişiyor. Bugün yine önce otobüsle bir yere gittik, orada bir tören oldu sonra sürüşe geçtik. Uzun bir süre hafif rampalı ama düzdü yol. Mis gibi bahar havası, karşıdan gelen rüzgar ve yolun kenarlarında koyunlar, çocuklar, bazen evler, her şey film şeridi gibi akıyor sanki… Sürekli uyarılar yapılıyor, işaret vermeden (soldan geçiyorum şeklinde seslenme) sollamayın, ön frenleri sıkmayın, iki elinizi bırakmayın şeklinde. Ama Pınar artist olduğu için artistlik yaparken ön freni sıktı yanlışlıkla ve takla attı. Böyle durumlarda durmayıp devam etmemiz konusunda tembihlenmiştik. Yol tıkanınca daha da fazla kaza oluyor malum. Fakat düşen kankan olunca fena bir ikilem yaşıyorsun. Önce biraz ilerledim, sonra iyice sağa çekip durdum, sağlık ekibi de geldi hemen, iyiyim dedi, devam etti direk. Bekaa Vadisi’nde bir <i>winery</i>’de mola verdik. Bizim için taze bademler, hakiki ballar hazırlamışlardı. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231871780242020050" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtXqhu3VtI/AAAAAAAAA0U/cDaDEzW_OFA/s400/DSC_1003.JPG" border="0" />Çimenlerde oturup dağların ardındaki manzarayı izlemek muhteşemdi. Hizbullah’ın ve PKK’nın buralarda kampları olduğuna inanmak zordu. Hiç de öyle karanlık, silahlı bir ortam yoktu.<br /><p class="MsoNormal"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231871786621582050" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtXq5f3uuI/AAAAAAAAA0c/Zyo_DYTKRPw/s400/DSC_1008.JPG" border="0" />Moladan sonra başlangıç noktası tam bir yokuştu. Rahat ve hızlı gidebilmek için bütün grubun gitmesini bekledim. Artık iyice kendime güvenim geldiğinden frenleri falan bırakıp dümdüz bıraktım kendimi aşağıya. O kadar hızlı gidiyordum ki rüzgardan sesler görüntüler birbirine karışmıştı. Çok tehlikeli olduğunun farkındaydım ama yine de o heyecan her şeye değer gibi geliyordu. Bir an çatur çutur bir ses geldi, ne olduğunu anlayamadım önce, fotoğraf makinemin düştüğünü sandım, durmaya hazırlanırken gidenin su mataram olduğunu fark ettim. O anı bozmak istemediğim için durmaya kalkışmadan devam ettim yola. Biraz ileride küçük bir bisiklet dükkanı gördüm, direk sağa çektim ve koşarak içeri girdim. Zaten en arkada olduğum için acelem vardı:</p><br /><p class="MsoNormal">-Bisiklet için ayna var mı?</p><p class="MsoNormal">-Ooo hoş geldiniz, var var, siz nereden geliyorsunuz?</p><p class="MsoNormal">-İstanbul ama çok acelem var!</p><p class="MsoNormal">-Kaç dakika? (Beni yarışçı zannediyorlar, pit stop hesabı)</p><p class="MsoNormal">-3</p><p class="MsoNormal">-Tamam.</p><br /><p class="MsoNormal">Bir tane isterken iki ayna taktılar, amca bu sırada Aksaray’a geldiğini, İstanbul’un süper bir memleket olduğunu anlatmayı da ihmal etmedi. Bir de korna taktı. Bu sırada 10 dakika kadar geçmişti. Apar topar yola geri çıktığımda bizim kafilenin yerinde yeller estiğini gördüm, pedala kuvvet epey ilerledim ama hala görünürlerde yoklardı. Yanımda herhangi bir telefon ya da adres de yoktu. Bir an tırstım zira ıssız yollarda sonumun Pippa Bacca’ya benzemesi çok hazin olurdu. Yolun ikiye ayrıldığı bir noktaya geldim. Birkaç adam vardı kenarda, ne tarafa gittiklerini sordum, solu gösterdiler, seçeneğim yoktu, güvenmek zorundaydım, sola gittim. Biraz ileride birkaç kişi daha ileri gittiklerini söyleyince rahatladım. Bir yandan da ilkokul gezisinde gruptan ayrılıp dönüşte öğretmenden fırça yiyen çocuklar gibi korkuyordum kızacaklar bana diye. Neden sonra ileride trafiğin sıkıştığını gördüm ve bizimkiler de oradaydı. Nasıl bir azim geldiyse, motor kuryeler gibi arabaların arasından sağlı sollu geçe geçe, kornamı çala çala vardım yanlarına. Pınar’ı buldum, yokluğum fark edilmemiş, oh!</p><p class="MsoNormal">Bir mola daha verildi, yolun geri kalanı çok dikti, tamamen dağlara tırmanış şeklindeydi. Kendimi epey zorladım, bu sırada peşimizden gelen otobüs yaşlıları, sakatlananları, takati kalmayanları topluyordu, en sonunda dayanamayıp bisikleti verdim kamyonete ama kendim de ona bindim. Böylece zamanı boşa harcamayıp fotoğraf ve kamera çekimi yapabildim. Kamyonetin üzerinde giderken iki Avustralyalı belgeselciyle tanıştım. Michi kameraman Amy yönetmendi. Aslında 4 hatun gelmişlerdi, diğer ikisi –fotoğrafçı ve yapımcı- bisiklet sürüyordu bir yandan. Herhalde bir projenin hem içinde yer alıp hem de işini yapmak çok süperdir diye geçirdim içimden. Epey konuştuk. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231871791154105586" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtXrKYgjPI/AAAAAAAAA0k/baKl3bnFxg4/s400/DSC_1218.JPG" border="0" />Hayatlarında ilk defa “batı dışı” bir yer gördükleri için her şey onlara ilginç geliyordu. Yollardaki sürüler, hayretle bakan insanlar, minik bakkallar, çarşılar, örtülü kadınlar, bıyıklı adamlar, zaten bizde ziyadesiyle mevcut olan durumlar. Ortadoğu’dan Türkiye’ye siyasetten tarihe bir sürü konuda konuştuk, bir süre sonra hepsini çekmeye başladılar. Normalde soru soran taraf ben olduğum için “nesne” konumunda olmayı önce garipsesem de sonra alıştım.</p><p class="MsoNormal">Bisikletleri bırakıp yemek yiyeceğimiz noktaya geldiğimizde kamyonetten inerken çok utanıyordum. Gerçi insanlar yarı yarıya bırakmışlardı sürmeyi ama yine de onlar uğraşırken ben rahat rahat gittim diye tuhaf hissettim. <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5231871796117883218" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; CURSOR: pointer; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SJtXrc39yVI/AAAAAAAAA0s/oAnt9h8EUn8/s400/DSC_1069.JPG" border="0" />Ceren bitik durumdaydı. Lokantaya girdiğimizde tuvalet kuyruğu mutfağa kadar uzanıyordu. Hem erkek hem kadın tuvaleti kullanılıyordu. Zaten toplamda sayıları 5-6’yı geçmeyen erkekler, erkek tuvaletinin kendilerine ait olduğunu söyleyerek öne geçmeye çalışınca kendilerine asabi bir açıklama yaparak sıranın sonuna geçmelerini söyledim. Bisiklete bile binmiyorlar ki!</p><p class="MsoNormal">Yemekten sonra Suriye’ye geçeceğimiz için Lübnan ekibiyle vedalaştık, duygusal anlar yaşandı. Ekipteki Lübnanlılar da Suriye geçişlerine izin vermediği için orada kaldılar. Hava kararırken otobüslere bindik. Kara sınırı geçmek en sevdiğim şey olduğundan hostes koltuğuna oturup etrafı izlemeye koyuldum. Bu sırada otobüsteki İtalyanlar Türkleri göbek atmaya zorluyordu, gönülleri olsun diye birkaç figür icra ettik. İki ülke arasındaki No Man’s Land çok uzundu. Arada bir yerde durup benzin boşalttık, herhalde Suriye’de daha ucuz olduğu için. </p><p class="MsoNormal">Bu sırada Pınar’ın omzu ağrımaya başladı. İncinmişti. Taklanın üzerine sıcakken anlamayıp bisiklet sürmeye devam etti ama durunca sancı kendini belli etti. Sınırda pasaportlarımızı ülke ülke verdik. Bizden başka kadın hiç yoktu, herkes tır şoförüydü, Türkiye’den de şoförler vardı. </p><p class="MsoNormal">Vizeleri aldıktan sonra tam gaz Şam’a gittik ve süper konforlu Cham Palace’e yerleştik. Bir gün daha geride kalmıştı, Lübnan biterken Suriye başlıyordu…</p><br /><br /><p class="MsoNormal"><span style="FONT-WEIGHT: bold; COLOR: rgb(102,51,102); FONT-STYLE: italic">Selma Şevkli</span><br /></p><br /><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p>Fotoğraflar<br /><br /><a href="http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/sets/72157605069833138/show/">İstanbul</a><br /><span style="TEXT-DECORATION: underline"><br /><a href="http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/sets/72157605074252193/show/">Lübnan 1</a><br /><br /><a href="http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/sets/72157605074551905/show/">Lübnan 2</a><br /><br /><a href="http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/sets/72157605071009928/show/">Lübnan 3</a><br /><br /><br /></span><p class="MsoNormal"><o:p></o:p></p></div>selma şevklihttp://www.blogger.com/profile/11203672244632420123noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7349381787312615708.post-63867923107983494232008-06-10T12:53:00.000-07:002008-12-09T13:03:22.298-08:00Women ride for peace in Mideast; Turks in group finish Bacca’s mission<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SE7dViW0elI/AAAAAAAAAvk/V_rpgnE6gsM/s1600-h/DSC_2079.JPG"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer;" src="http://3.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SE7dViW0elI/AAAAAAAAAvk/V_rpgnE6gsM/s400/DSC_2079.JPG" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5210345180983753298" border="0" /></a><br /><span class="detay-spot">Hundreds of women riders from over 40 different countries bicycled from Lebanon to Palestine between May 2 and 15 to promote the Middle East peace process, and among them featured 20 Turks seeking to attract attention to this troubled region of the world once again.<br /></span><br /><span class="detay-spot">The Turkish group’s goal was also partly to finish the mission of Pippa Bacca, a young Italian female artist who was raped and killed in western Turkey while hitchhiking her way to Tel Aviv in a wedding dress in support of world peace. In memory of Bacca, one of the cyclists in the Turkish group wore a wedding gown at the airport before leaving for Beirut.</span><p><span class="detay-spot">This year’s Pedal for Peace in the Middle East -- organized by the international Follow the Women (FTW) organization, comprised of 500 women from 40 countries who support peace in the Middle East -- began on May 2 in Beirut with a formal opening ceremony at the UNESCO Palace. The women first rode to the Sabra and Shatilla Refugee Camps before riding from Mount Lebanon to Saidon (Saida) and on to Tyre (Sour). They then crossed the Lebanese-Syrian border and rode to Damascus and Qunaitra before riding through the Golan Heights.</span></p><p><span class="detay-spot">The women then journeyed to Jordan and took part in a peace advocacy cycle ride in Amman and met Jordanian women and Iraqi and Palestinian refugees at the city’s Cultural Palace, in addition to visiting many other places on the way. After riding for days, those who were still able to ride arrived in the West Bank from Jordan via the King Hussein Bridge.</span></p><p><span class="detay-spot">Many of the riders came from Europe and the Middle East, but there were teams from the US, Canada, South Africa, Japan, Tajikistan and Afghanistan as well. </span></p><p><span class="detay-spot">Last Sunday, 145 women arrived in Eriha (Jericho) on bicycles, that day riding particularly in memory of the 60th anniversary of the Nakba -- meaning “catastrophe” in Arabic -- which marks the beginning of the 1948 Palestinian exodus, an outcome of the 1948 Arab-Israeli War. Of the 300 members, only 145 of them made it to Eriha because the Israelis, who control all of the borders, did not allow certain nationalities to enter, including the Iranians and Syrians in the group.</span></p><p><span class="detay-spot">“We arrived here to participate in the commemoration of the Palestinian’s Catastrophe. I say to the Palestinians that it is their right to return, and I say to the Israelis that they must allow the Palestinians to return to their homes,” one of the riders told the press after reaching Eriha. </span></p><p><span class="detay-spot">Despite the negative reactions that had been expected, the tour ended in a positive mood with members still holding out hope for the end of decades of violence in the region.</span><a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SE7eFyW0emI/AAAAAAAAAvs/JoXvknmbHWQ/s1600-h/DSC_2308.JPG"><img style="margin: 0px auto 10px; display: block; text-align: center; cursor: pointer;" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SE7eFyW0emI/AAAAAAAAAvs/JoXvknmbHWQ/s400/DSC_2308.JPG" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5210346009912441442" border="0" /></a></p><p><span class="detay-spot">“In every country, every city and every little town we went to, people welcomed us with sincerity and warmness. The hosts liked the guests and the guests liked the hosts. We knew that peace wouldn’t come with a simple bike ride, with just one click. But we also knew that peace was a long process that requires many people’s efforts in different forms for a long time. Our aim was to support the Middle East and Palestine [and] tell them that we were with them, meet them and make simple connections. Our aim was to see and show that people there have the right to live and be happy just like us,” Selma Şevkli, from the Turkish group, wrote in her blog. “Everybody can do something to change the world, there is just too much to do. And the things you do, is never small,” she also wrote, noting that she will publish the diary that she wrote during the trip. </span></p><p><span class="detay-spot">The FTW bike ride was set up in 2003 by Detta Regan, a well-known international youth work advisor. In a press release for this year’s event, Detta said: “Women do not traditionally cycle in the Middle East, so the sight of a large female-only group attracts huge interest. I am thrilled that we are getting women from so many different countries joining us on the 2008 ride.”</span></p><p><span class="detay-spot">It was emphasized in the release that the ride was aimed at raising awareness of how the spiral of violence in the Middle East was blighting the lives of women and children, who often suffer the worst consequences of the “painfully slow pace of the peace process.” </span></p><p><span class="detay-spot">“I want to inspire and empower women to take an active role in the peace process,” Detta remarked. </span></p><p><span class="detay-spot">On the FTW’s official Web site, www.followthewomen.com, it is noted that FTW has also become a registered UK charity for its great efforts in advancing education and raising awareness about different racial and religious groups to promote equality and solidarity.<br /></span></p><p><br /></p>Source: <a href="http://www.todayszaman.com/tz-web/detaylar.do?load=detay&link=142343">Today's Zaman</a>, 20 May, 2008selma şevklihttp://www.blogger.com/profile/11203672244632420123noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7349381787312615708.post-59385187025219226762008-05-25T13:26:00.000-07:002008-05-25T13:27:57.959-07:00Filistin’e pedal çevirenler anlatıyor<span class="black_font20 bosluk cl"><br /></span><img alt="Filistin’e pedal çevirenler anlatıyor" src="http://i.radikal.com.tr/644x385/2008/05/24/fft5_mf5399.Jpeg" /><p><span class="acikgri_font8">Seda Gökçe, Emek Eren ve Ayşin Başkır (soldan sağa), Beyrut’tan Filistin’e bisikletle giden ekipteydi. Bol hikâyeyle geçen hafta döndüler. FOTOĞRAF: MUHSİN AKGÜN</span></p><div class="right"><table class="cizgi" border="0" cellpadding="0" cellspacing="0" width="120"><tbody><tr><td class="blue_font9" align="center" height="20"><a href="javascript:OpenPopupWithOutReturn('http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=HaberYazdir&ArticleID=879468',750,500,100,100,'yes')"><br /></a><a href="javascript:OpenPopupWithOutReturn('http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=Yolla&ArticleID=879468',750,500,100,100,'no')"></a></td></tr></tbody></table></div><div class="left yArial"><strong>24/05/2008</strong><br /><span class="blue_font9"><script> document.write(); </script>NİGAR AVŞAR, RADİKAL </span></div><p class="b yGeo">Mayıs başında ‘Barış İçin Kadınları İzleyin’ hareketiyle birlikte Beyrut’tan Filistin’e bisikletle giden ekipten Ayşin Başkır, Emek Eren ve Seda Gökçe’yle yol izlenimlerini ve bu dev organizasyonu konuştuk</p><p>3 Mayıs’ta İstanbul’dan Beyrut’a hareket eden uçakta yaşları 20-52 arasında değişen bir grup kadın vardı. Amaçları Ortadoğu’daki barış sürecine katkıda bulunmak olan bu kadınlar, ‘Follow The Women For Peace-Barış İçin Kadınları İzleyin’ adı verilen ve dört yıldır 30 ülkeden 500’e yakın kadının katıldığı eylemle barışa pedal çevirecekti. Yolculuk 300 kilometrelik parkurda, Suriye-Şam, Ürdün ve Amman’ın ardından Filistin’de son buldu. Emine Erdoğan’ın da verdiği destekle yollara düşen ekip, 13 gün boyunca, savaşın gölgesindeki topraklara karışan hazin hikâyelerin, bir o kadar da heyecanın ve neşenin eksik olmadığı anlar yaşayarak memleket döndü.</p> <p>Pippa Bacca’nın barış mücadelesini de yaşatmak isteyen Türkiyeli kadınlar, Bahar Korçan imzalı tasarım gelinliği de Ortadoğu barışına, Pippa Bacca’nın mücadelesine adadı. Gelinlik şu anda, Filistin’deki bir üniversitenin tiyatro kulübünün demirbaş listesinde. Yolculukta yaşadıklarını pedal çevirenlerden, Ayşin Başkır, Emek Eren ve Seda Gökçe’den dinliyoruz.</p> <p><strong>‘Barış İçin Kadınları Kadınları İzleyin’ eylemine neden katıldınız? </strong><br /><strong>Emek Eren:</strong> Ortadoğu’daki çatışmalar hepimizin duyarlı olduğu konular. Eylemi duyduğum ilk andan itibaren hayranlıkla izliyorum. Bu outdoor etkinliği değil, dünyanın dikkatini bölgeye çekmek için yapılan bir eylem. Benim için katılmamak düşünülemezdi.<br /><strong>Ayşin Başkır:</strong> Tesadüfen internet sitelerini keşfettim ve inanılmaz hoşuma gitti. Aynı zamanda bisikletçiyim, anneyim. Oradaki kadınların ve çocukların acılarına bakmak, tecrübe etmek istedim gerçekten.<br /><strong>Seda Gökçe:</strong> İki neden baskındı: Bir, eyleme katılmak istiyordum. Bir şeyleri sadece televizyondan izlemek, eli kolu bağlı durmak zor geldi. İkincisi, orayı kendim deneyimlemek istiyordum. Bu kadar çok mülteci kampına gidip insanlarla görüşebileceğim başka bir yol var mı?</p> <p><strong>Bugüne kadar Ortadoğu’ya dair zihninizde ne vardı, neyle karşılaştınız?</strong><br /><strong>E.E.:</strong> Kafamızdakiler çok değişmedi. Belki Kuzey Avrupa’dan gelen kadınlar daha fazla yaşamıştır. Mesela Suriye’de her yerde başkan Beşir’in fotoğrafları var, Romanya’dan gelen arkadaşlar Çavuşesku zamanındaki baskıyı yaşadıklarından kendilerini kötü hissetmişler.<br /><strong>A.B.:</strong> Filistin’e girdiğimiz anda şunu gördük: İnsanlar zor koşullara rağmen hayatlarını devam ettiriyor. Çok tehlikeli bir yer değil, oraya turist olarak da gidebiliriz. Fakat turist olarak gitmeyi düşünmüyoruz bile.</p> <p><strong>Güzergâhın duraklarından da bahsedelim. </strong><br /><strong>A.B.:</strong> İlk olarak Beyrut’a gittik. Bizlerle ilgili inanılmaz güvenlik önlemleri vardı. Karşıdan karşıya geçerken bile askerler yolu keserek bizi geçiriyordular.<br /><strong>E.E.:</strong> Şehirdeki gerilim sürekli hissediliyor. Şehir merkezinde engeller var sürekli, polisler orada bekliyor ve her araç gece saatlerinde şehrin merkezine giremiyor. Bize çok normal gelmiyor, ama oradakiler için gayet normal.<br /><strong>A.B.:</strong> Lübnan’da Filistin mülteci kampına gittik, fakat içeri giremedik. Bunun yanında bizim için hazırlanmış bir tören vardı.<br /><strong>E.E.:</strong> Zaten her yerde törenlerle karşılanıyorduk. Filistin mülteci kampında çocuklar asker kıyafetleriyle halk oyunları oynadılar bize. Ellerinde tahta tüfekleriyle...<br /><strong>S.G.:</strong> Suriye’de, Filistin’te en güzel düğün kıyafetleriyle karşılandık. Mülteci kamplarına gittiğimizde tertemiz, rengârenk kıyafetler giymiş oluyordu kadınlar, çocuklar. Bunun dışında, oraya onları dinlemek için gittiğimizi biliyorlardı ve hepsi dertlerini anlatmak için çok istekliydi. Elinizi tutarak, nüfus kâğıtlarını göstererek hikâyelerini anlatmak için bütün gün beklemiş olmaları inanılmazdı gerçekten.</p> <p><strong>Bu eylemin aracının bisiklet olması ne anlama geliyor peki? </strong><br /><strong>E.E.:</strong> Geçtiğimiz ülkelerde bisiklet sadece erkeklerin kullandığı bir araç. Zaten bu ayrımı çok rahat anlayabiliyorduk, çünkü Avrupa’dan gelenler gayet rahat, profesyonelken, Doğulu kadınlar daha acemi biniyordu, onlar da gündelik yaşamlarında bisiklet kullanamıyorlar. Dolayısıyla o ülkelerden bisikletle geçmenin böyle de bir simgesi vardı. <br /><strong>S.G.:</strong> O zaman Filistinli Muhammed’in hikâyesini anlatalım. Filistin’e giden iki bisiklet grubu var. Biri biziz, diğeri de 98’den beri Londra’dan Filistin’e gelen profesyonel bisikletçilerin yaptığı barış turu. Onlar Filistin’e ulaştıkları zaman, çıkması oldukça zor olan bir tepeye çıkıyorlar. Filistinli bir çocuk da bu ekibin arkasına takılıyor, ‘Ben de sizinle çıkacağım’ diye tutturuyor. Bisikleti de külüstür. Kimse çıkabileceğine ihtimal vermiyor, ama çıkıyor. Bunun üzerine, ekipten Filistinli bir kadın Muhammed için para toplayarak profesyonel bir bisiklet alıyor. Birkaç sene sonra da Londra’dan katılıyor o tura ve Filistin’de bitiriyor. Muhammed’in en büyük isteği de kendi ülkesinin bayrağıyla olimpiyatlara, uluslararası organizasyonlara katılmak şimdi.</p> <p><strong>Laik ve Müslüman bir ülkeden gidiyor olmanız insanlarda ne yarattı sizce?</strong><br /><strong>E.E.:</strong> Mesela Danimarkalılar bu karikatür krizinden sonra İslam ülkelerine karşı temkinli olmalarına rağmen, diğer Avrupa ülkelerinden gelen katılımcılara göre daha ilgililerdi. Dört-beş Danimarkalı sırayla gelip Türkiye’nin insan haklarıyla ilgili sorular soruyordu. En güzel tarafı şuydu: Bütün bu muhabbetler bisiklet üzerinde oluyordu. Giderken yanına biri yanaşıyor, sonra yol boyunca konuşuyorsun. ‘Türkiye’de İslami bir parti var. Bu hayatınızı nasıl etkiliyor’, ‘İran olmaktan korkuluyor mu’ gibi sorular da soruluyordu. Bir sürü kadın var, hiçbiri ülkelerinin politikalarını da savunmuyor. Barış için gelmiş kadınlar, herkesin amacı aynı.</p> <p><strong>En unutamayacağınız an neydi? </strong><br /><strong>A.B.:</strong> Muhammed’den çok etkilendim. Onun Filistinli bir bisikletçi olarak ülkesini temsil etme gayreti göstermesi. Bir bisikletçi olarak bisikletin özgürlük olduğunu söylerim, ama Muhammed için gerçekten özgürlük.<br /><strong>S.G.:</strong> Mülteci kamplarındaki insanların hepsi evlerinin anahtarlarını saklıyor. Bir miras olarak da çocuklarına, torunlarına iletiyorlar o anahtarı. Bir gün ben olmasam bile çocuğum geri dönecek ve o kapıyı açacak diye umut taşıyorlar.<br /><strong>E.E.:</strong> Güzel, güneşli bir günde Nablus’un sokaklarında dolaşıyoruz. Çok güzel bir şehir; gölgelikli, dar, kemerli sokakları var. Bir anda karşınıza duvarda bir fotoğraf çıkıyor. Altında da şunlar yazıyor: Bu çocuk, bu sokakta oynarken, vurularak öldü. Bir sonraki sokağa gidiyorsun, bina yıkıntısının üzerindeki bir başka yazıyı görüyorsunuz: Burada bir aile ölmüştür. Bütün sokaklarda savaşın izlerini hissediyorsun. Ama asla unutmak istemiyorlar.</p>selma şevklihttp://www.blogger.com/profile/11203672244632420123noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7349381787312615708.post-32148648143579117792008-05-18T14:14:00.000-07:002008-12-09T13:03:23.490-08:00Follow the Women 2008 Kadınları İzle<h3 class="post-title entry-title"> <a href="http://selmasevkli.blogspot.com/2008/05/follow-women-2008-kadnlar-izle.html"><br /></a> </h3> <a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SC7eKPulFkI/AAAAAAAAAt0/n6J4LVM6C7A/s1600-h/DSC_0775.JPG"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer;" src="http://2.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SC7eKPulFkI/AAAAAAAAAt0/n6J4LVM6C7A/s400/DSC_0775.JPG" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5201338887261460034" border="0" /></a><br />2-15 Mayıs 2008 tarihlerinde Türkiye'den 20, dünyanın 30 ülkesinden 400 kadar kadın Lübnan'dan başlayarak Suriye ve Ürdün'den geçerek bisikletle Filistin'e gittik.<br /><br />Gittiğimiz her ülkede, her şehirde, her köyde, türkülerle danslarla karşılandık. Ev sahipleri misafirleri, misafirler de ev sahiplerini çok sevdi. Amacımız bir tıkla barışı getirmek değildi tabii ki. Ama Ortadoğu'nun, Filistin'in ihtiyacı olan manevi desteğe katkıda bulunmaktı, yanınızdayız demekti, ilk elden oraları tanımak, tanışmaktı. Oradaki insanların da yaşamak ve mutlu olmak için bizim kadar haklarını olduğunu görmek ve göstermekti.<br /><br />Amacımıza ulaşmak için ilk adımı attık. Kendimize ve çevremize, oralara gidilebileceğini kanıtladık. Herkesin yapabileceği birşeyler var, çok şey var. Tüm seyahat boyunca tuttuğum günlüğü yakında yayınlayacağım, o zamana kadar seyahatin fotoğraflarına <a href="http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/collections/72157605072682840/">şuradan</a> bakabilirsiniz.<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SC7emvulFlI/AAAAAAAAAt8/o-CG4ix2WPE/s1600-h/DSC_1385.JPG"><img style="margin: 0pt 10px 10px 0pt; float: left; cursor: pointer;" src="http://4.bp.blogspot.com/_eeKPeRAdV_U/SC7emvulFlI/AAAAAAAAAt8/o-CG4ix2WPE/s400/DSC_1385.JPG" alt="" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5201339376887731794" border="0" /></a><br /><br />20 ordinary women from Turkey, and 400 others from 30 different countries of the world, cycled from Lebanon to Palestine by passing through Jordan and Syria, on the dates between 2-15 May, 2008.<br /><br />Every country, every city, and every little town we went to, people welcomed us with sincerity and warmness. The hosts liked the guests and the guests liked the hosts. We knew that peace wouldn't come with a simple bike ride, with just one click. But we also knew that peace was long process that requires many people's efforts in different forms for a long time.<br /><br />Our aim was to support the Middle East, Palestine, tell them that we were with them, meet them and make simple connections. Our aim was to see and show that people there has the right to live and be happy just like us.<br /><br />We made the first step to reach our goals, we proved to ourselves and others that it is safe, fun and neccessary to go to the Middle East, to learn about Middle East. Everybody can do something to change the world, there is just too much to do. And the things you do, is never small...<br /><br />I will publish my diary that I wrote during the trip, until then you can see the photos of the trip at <a href="http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/collections/72157605072682840/">http://www.flickr.com/photos/selmasevkli/collections/72157605072682840</a>selma şevklihttp://www.blogger.com/profile/11203672244632420123noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7349381787312615708.post-67328779599023579092008-05-16T14:42:00.000-07:002008-05-18T15:01:58.625-07:00Medyada Follow the Women 2008<a href="http://www.bianet.org/bianet/kategori/bianet/106027/kadinlar-baris-icin-ortadogudan-bisikletle-gececekler">Bianet</a><br /><br /><a href="http://www.evrensel.net/haber.php?haber_id=30217">Evrensel</a><br /><br /><a href="http://arsiv.sabah.com.tr/2008/05/04/haber,0D2F4F09DDF14A099A9E1602BE39EDAA.html"><span style="text-decoration: underline;">Sabah</span></a><br /><br /><a href="http://www.stargazete.com/index.asp?haberid=156068">Star</a><br /><br /><a href="http://www.tgrthaber.com/news_view.aspx?guid=%7BD3B859CC-279C-4307-A614-52202C2B8FFC%7D">TGRT Haber</a><br /><br /><a href="http://www.ntvmsnbc.com/news/445051.asp">NTV MSNBC</a><br /><br /><a href="http://arsiv.sabah.com.tr/2008/05/04/haber,0D2F4F09DDF14A099A9E1602BE39EDAA.html">Vatan</a><br /><br /><a href="http://pazar.zaman.com.tr/?bl=5&hn=2155">Zaman</a><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br /><br />In English<br /><br /><a href="http://www.turkishdailynews.com.tr/article.php?enewsid=103112">Turkish Daily News</a><br /><br /><a href="http://www.csmonitor.com/2008/0512/p04s01-wome.html">The Christian Science Monitor</a><br /><br /><a href="http://www.todayszaman.com/tz-web/detaylar.do?load=detay&link=140383">Today's Zaman</a>selma şevklihttp://www.blogger.com/profile/11203672244632420123noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-7349381787312615708.post-62585670249631824702008-05-02T15:02:00.000-07:002008-05-18T15:04:12.893-07:00BARIŞ İÇİN KADINLARI İZLEYİN: 2008 Basın Bülteni<p>21 TÜRK KADINI ORTADOĞU’DA LÜBNAN’DAN FİLİSTİN’E KADAR BARIŞ İÇİN PEDAL ÇEVİRECEK.</p> <p>2- 15 MAYIS’TA 30 ÜLKEDEN YAKLAŞIK 500 KADININ KATILACAĞI FOLLOW THE WOMEN ORGANİZASYONUNA TÜRK EKİBİ PİPPA BACCA’NIN TEMSİLİ GELİNLİĞİ İLE KATILACAK. KADINLARIN BEYRUT’TAN BAŞLAYAN 4 ÜLKEYİ KAPSAYAN BARIŞ TURU BEYRUT’TAN BAŞLAYACAK ŞAM VE AMMAN ‘DAN SONRA JENİN’DE SONA ERECEK.</p> <p>Ortadoğu’da yıllardır süren mevcut istikrarsızlık, özellikle kadınlar ve çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yaratmaya devam ediyor. Uyuşmazlık bölgesi olarak algılanan Orta Dogu’da yaşayan kadınların, günlük hayatlarını serbestçe tartışabilmeleri için bir platform yaratmayı ve barış sürecinde kadınların aktif şekilde rol almasını teşvik etmeyi amaçlayan FTW (Follow the Women ) organizasyonu ile her yıl 30 ülkeden yaklaşık 500 kadın barış için 296 km pedal çeviriyor .</p> <p>2004′ten beri yoğun bir ilgiyle devam eden projeye katılan dünya kadınları, bu yıl 2-15 Mayıs 2008 tarihleri arasında Beyrut’tan (Lübnan) yola çıkıyor. Özellikle Ortadoğu’da süren sıcak çatışmalarda ve bölgesel savaşlarda zarar gören kadın ve çocukların yaşadıkları acılar ve etkilerine karşı dünyada “farkındalık” yaratmaya çalışan organizasyona, Türkiye’den ise farklı yaş ve meslek grubundan 21 kadın katılıyor. </p> <p>İngiltere’de Uluslararası Gençlik Çalışma Danışmanlığı yapan Detta Regan’ın yaratıcısı olduğu ve koordinatörlüğünü yürüttüğü projeye katılan dünya kadınlarının hedefi, dünya basının desteğiyle dikkatleri Ortadoğu’ya çekmek ve bölgede sivillerin güvenli bir biçimde gezebildiğini dünya kamuoyuna kanıtlamak.</p> <p>Suriye, Ürdün ve Lübnan’ın first ladylerinin desteklediği organizasyona 21 kişilik Türk FTW ekibi ise Emine Erdoğan’ın himayesinde katılıyor. Ekibin malzeme sponsorluğunu ise Sedona Bisiklet yapıyor.</p> <p>Ortadoğu’da yapılacak bu yıl ki barış turuna, Türk FTW ekibi, geçtiğimiz günlerde aynı amaçla yola çıkan, ancak Gebze’de vahşice öldürülen İtalyan sanatçı Pippa Bacca’nın Bahar KORÇAN imzalı temsili gelinliğini de götürecek. Pippa Bacca’nın Ortadoğu’daki barış yolculuğu, bu kez barış için pedal çeviren Türk kadınları tarafından tamamlanacak. </p> <p>Türk FTW ekibi 2 Mayıs (Cuma) gecesi saat 23.30′da Atatürk Havalimanı’ndan Beyrut’a doğru yola çıkacak . Arzu eden basın mensupları 2 Mayıs gecesi 20.30′da havalanında buluşacak olan Türk ekibinden toplu fotoğraf ve görüşlerini alabilir.</p> <p>Proje ile ilgili genel bilgi için www.ftwride.org adresini ziyaret edebilirsiniz.</p> <p>FOLLOW THE WOMEN 2008 TÜRKİYE KATILIMCILARI</p> <p>Asiye Duman<br />Aysin Ozer Baskir<br />Betul Topal<br />Ceren Kuscuoglu<br />Ceren Yucelen<br />Duygu Dogan<br />Ela Esra Gunad<br />Emek Turkan Eren<br />Hazal Oztetikler<br />Mehtap Tatar<br />Merve Hosgelen<br />Muge Cavdar<br />Nazli Benan Ozkaya<br />Nilufer Demir<br />Fatma Seda Gokce<br />Selma Sevkli<br />Serap Ertuzun<br />Sirin Cizmeci<br />Taclan Topal<br />Pinar Sayin</p>selma şevklihttp://www.blogger.com/profile/11203672244632420123noreply@blogger.com0